RİSALE-İ NUR’UN MÜHİM BİR RÜKNÜ OLAN HAFIZ
ALİ’NİN (R.H.) BİR FIKRASIDIR.
Aziz Üstadım Efendim,
“Bu acip zamanın en büyük tehlikesi, hadis-i şerifle sa-
bit olan ahirzamanda çok ehl-i sefahet ve gaflet dünya-
dan imansız çıkmak yarasını, lisan-ı Kur’ân-ı Mu’cizülbe-
yan’la, kabre iman ile girmek ilâcıyla tedavi eden Risale-
tü’n-Nur Şakirtlerine bir hüccet-i kàtıa bahşeden Risale-
tü’n-Nur’a hizmet, acaba âciz insanların cüz’î ve fazl-ı İlâ-
hî ile hizmetleri nasıl mukabele eder; belki her iki cihetle
bir fazl-ı İlâhidir” beyan buyurulduktan sonra, nasıl gece-
nin zulümatında yanan bir nur ve bir ziya lisan-ı hal-i şev-
kiyle bütün ruh sahiplerini, hatta en küçük pervaneleri
dahi zulümattan nura çağırıp çıkardığı gibi, Risaletü’n-Nur
dahi lisan-ı hal ve kal ile şeriat kılıcıyla manen idam ol-
mamış ve zulümatta boğulup ölmemiş ehl-i ilim ve ehl-i
tarikatı davet etmesi, onun Rahîm ismine mazhariyeti
şe’nindendir.
İki hatıradan birincisi:
İhtiyare hanımlar hakkında ve
her zamanda nüfuzunu ve kat’î tesirini gördüğümüz ha-
dis-i şerifin beyan buyurulması, bizleri ve çok alakadar ka-
dınları sevindirdi. Cenab-ı Hak, sizden ebeden razı olsun.
Âmin.
İkinci hatıra:
Gaflet saikasıyla veya gözsüz, el yar-
dımıyla, bazıların elmas yerine cam parçası aldığı gibi,
saadet-i ebediye dükkânı olan Risaletü’n-Nur’dan
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
amin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul
eyle!” anlamında duanın sonunda
söylenir.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
ebeden:
ebedî ve daimî olarak.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
ehl-i sefahat:
sefihler, nefsî zevk
ve lezzetleri çok masraf yapanlar.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kalbini
dünyanın fani işlerinden ayırıp, Al-
lah sevgisi ile bağlayan kimseler.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
fazl-ı İlâhî:
Allah’ın lutfu, ihsanı.
fıkra:
kısım, bölüm.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzuları-
na dalmak.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hüccet-i katıa:
kat’i ve kesin delil,
hiç bir şüpheye mahal bırakma-
yan delil.
ihtiyare:
yaşlı, ihtiyar kadın.
iman:
inanç, itikat.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
lisan-ı Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıklamalarıyla akılları benzerleri-
ni yapmaktan aciz bırakan
Kur’an’ın anlatımıyla, ifadesiyle.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
lisan-ı hâl-i şevk:
durumuyla
şevk veren, şevk ifade eden.
lisan-ı kal:
söz ile anlatılan
mana, konuşma dili.
manen:
mana bakımından,
manaca.
mazhariyet:
nail olma, şeref-
lenme.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nüfuz:
bir kimsenin emir ve
hükümlerinin işlemesi, geçerli
olması.
Rahîm:
merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen,
koruyan, acıyan Allah.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
rükn:
esas, kaide, prensip.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
saika:
sevk eden, sürükleyen,
sebep olan.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik,
zulüm ve külür.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 310 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ