yalnız zaruret-i kat’iye suretinde şişeyi ona tercih etmeye
ruhsat-ı şer’iye var. Yoksa, küçük bir ihtiyaçla veya ta-
mâh veya hafif bir korkuyla tercih edilse, eblehâne bir ce-
halet ve hasarettir, tokata müstehak eder. Hem âlicena-
bâne affetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini affede-
bilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başka-
larının hukukunu çiğneyen canilere afüvkârâne bakmaya
hakkı yoktur, zalemeye şerik olur.
İkinci sebep:
İzin olmadığından yazılmadı.
İKİNCİ MESELE:
Kardeşlerim, Eskişehir hapishanesin-
de, ahirzamanın hâdisatı hakkında gelen rivayetlerin
te’villeri mutabık ve doğru çıktıkları halde, ehl-i ilim ve
ehl-i iman onları bilmemelerinin ve görmemelerinin sırrı-
nı ve hikmetini beyan etmek niyetiyle başladım. Bir iki
sayfa yazdım; perde kapandı, geri kaldı. Bu beş senede,
beş-altı defa aynı meseleye müteveccih olup muvaffak
olamıyorum. Yalnız o meselenin teferruatından bana ait
bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:
Hürriyetin bidayetinde, Risaletü’n-Nur’dan çok evvel,
kuvvetli bir ümit ve itikatla, ehl-i imanın meyusiyetlerini
izale için, “İstikbalde bir ışık var; bir nur görüyorum” diye
müjdeler veriyordum. Hatta, Hürriyetten evvel de ta-
lebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i Hayat’ımda
Abdurrahman’ın yazdığı gibi, Sünuhat misilli risalelerde
dahi “Ben bir ışık görüyorum” diye, dehşetli hâdiselere
karşı o ümitle dayanıp mukabele ederdim. Ben de her-
kes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i
İslâmiyede ve çok geniş bir dairede tasavvur ediyordum.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 315 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
afüvkârane:
affedercesine,
merhamet edercesine
ahirzaman:
dünyanın son za-
manı ve son devresi, dünya
hayatının kıyamete yakın son
devresi.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem:
dünya
âlicenâbane:
cömertçesine,
iyilik sahibine yakışırcasına
beşaret:
müjde
beyan:
açıklama, bildirme,
izah
bidayet:
başlangıç
cani:
cinayet işlemiş kimse,
acımasız, gaddar
cehalet:
bilmezlik, cahillik,
ilimden yoksun olma
cinayet:
cana kıyma, katl ve-
ya bu derecede ağır bir suç
dehşetli:
ürkütücü, korkunç
eblehâne:
akılsızcasına, ah-
makçasına, aptalca.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher
evvel:
önce
hâdisat:
hâdiseler, olaylar
hâdise:
olay
hasaret:
hasar, zarar, ziyan.
haşiye:
dipnot
hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye:
İslâm’ın getirmiş olduğu kural-
lar çerçevesinde oluşturulan
toplum hayatı
heves:
nefsin hoşuna giden,
gelip geçici istek
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda
ihtar:
hatırlatma, uyarı
iman:
inanç, itikat
istikbal:
gelecek
itikat:
inanç, iman
izale:
giderme, ortadan kaldırma
me’yusiyet:
ümitsizlik.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
mesele:
önemli konu
misilli:
gibi, benzeri
mukabele:
karşılık verme, karşıla-
ma
mutabık:
birbirine uyan, uygun
muvaffak:
başarmış, başarılı
müstahak:
hak eden, hak etmiş
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen
nur:
aydınlık, parıltı, ışık
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rivayet:
Hz. Peygamber’den nak-
ledilen hadis
ruhsat-ı şer’iye:
şeriatın ruhsatı,
İslâmiyet’in izin vermesi.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince ya-
nı
suret:
biçim, şekil, tarz
şerik:
ortak
talebe:
öğrenci
tamah:
hırsla isteme, şiddetle iste-
me
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekillen-
dirme, düşünme
teferruat:
ayrıntılar, dallar, bölüm-
ler
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açıkla-
masında, geçerli bir delil veya se-
bepten dolayı, ayeti ilk bakışta gö-
rünen manasından alıp, taşıdığı di-
ğer manalardan, bir veya birkaçı
ile tefsir etme.
zaruret-i kat’iye:
kat’î zaruret; ke-
sin ihtiyaç, kat’î zorunluluk.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence