Üstadımızın Ehemmiyetli Bir Mektubudur
Gayet ciddi bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum
var. Şöyle ki:
(1)
*G s
’p
G n
Ör
«n
¨r
dG o
ºn
?r
©n
j n
’
sırrıyla, ehl-i velayet, gaybî olan
şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi,
hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mü-
bareze etmesini Aşere-i Mübeşşerenin mabeynindeki mu-
harebe gösteriyor. Demek, iki veli, iki ehl-i hakikat birbi-
rini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Me-
ğer, bütün bütün zahir-i şeriate muhalif ve hata bir içti-
hadla hareket edilmiş ola.
Bu sırra binaen
(2)
p
¢SÉs
ædG p
øn
Y n
Ú/
aÉn
©r
dGn
h n
ßr
«n
¨r
dG n
Ú/
ªp
XÉn
µr
dGn
h
’deki ulüvv-i cenab düsturuna ittibaen ve avam-ı mümini-
nin şeyhlerine karşı hüsnüzanlarını kırmamakla, imanla-
rını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur’un er-
kânlarının haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hid-
detlerinden kurtarmak lüzumuna binaen ve ehl-i ilhadın
iki taife-i ehl-i hakikatin mabeynindeki husumetten istifa-
de ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerh edip ve
ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere
vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur Şakirtle-
ri, bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve te-
hevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 325 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
avam-ı mü’minîn:
mü’minle-
rin geniş halk tabakası, avam
olanları.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten
cerh:
yaralama
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan
düstur:
kanun, kural, esas
ehemmiyetli:
önemli
ehl-i hakikat:
hakikati arzula-
yanlar, gerçeği bulup onun pe-
şinden gidenler; Allah adamı.
ehl-i ilhad:
ilhad ehli, doğru
meslek ve dinden, hak yolun-
dan çıkıp bâtıl yola sapan
imansızlar, dinsizler.
ehl-i velâyet:
velî olanlar;
erenler, Allah’ın dostluğunu
kazananlar, velîlik sıfatını taşı-
yanlar.
erkân:
rükünler, esaslar
gaybî:
gaybla ilgili, bilinme-
yenle ilgili
gayet:
son derece
hakikat:
gerçek
hakikî:
gerçek
hasm:
muhalif, karşı taraf,
düşman.
1.
Gaybı Allah’tan başkası bilmez.
2.
(Onlar) Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir. (Âl-i İmrân Sûresi: 134.)
hiddet:
öfke, kızgınlık
husumet:
düşmanlık
hüsn-i zan:
bir kimsenin veya bir
hâdisenin iyiliği hakkındaki vicda-
nî ve iyi kanaat
içtihat:
din âlimlerinin şer’î esaslar
dahilinde Kur’ân ve sünnete uy-
gun şekilde bir konuda fikir ortaya
koymaları, hüküm vermeleri
içtinaben:
çekinerek, uzak dura-
rak
ihtar:
hatırlatma, uyarı
iman:
inanç, itikat
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme
istifade:
faydalanma, yararlanma
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma
ittibaen:
ittiba ederek, tabi olarak,
uyarak
mabeyn:
ara
makam:
manevî mevki
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
muhafaza:
koruma
muhalif:
muhalefet eden, bir fiil
ve düşünceye karşı zıt düşüncede
bulunan
muharebe:
savaşma, savaş
mukabele-i bi’l-misil:
misliyle
mukabele etme, karşılaştığı mu-
amelenin aynısını sahibine iâde
etme.
mübareze:
düello, çatışma, kavga
sır:
gizli hakikat
sükût:
susma, sessiz kalma
şakirt:
talebe, öğrenci
şeyh:
tarikat dersi veren manevî
lider, mürşit
taife-i ehl-i hak:
doğru yolda
olanların oluşturduğu topluluk.
tehevvür:
öfkelenme, köpürme,
kızma, aşırı hiddet
ulüvv-i cenap:
âlicenaplık, cö-
mertlik, büyüklük.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
zahir:
açık, âşikar
zahir-i şeriat:
şeriatın zahiri, şeria-
tın zahiri duygularımızla görüp an-
ladığımız yönü.