Hâlbuki, hâdisat-ı âlem iki harb-i umumi ile beni o gaybî
ihbarda ve beşarette bir derece tekzip edip ümidimi kı-
rardı. Birden bir ihtar-ı gaybîyle kat’î kanaat verecek bir
surette kalbime geldi ki: “Ciddî bir alâkayla senin eskiden
beri tekrar ettiğin ’Işık var, bir nur göreceğiz’ diye müjde-
lerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki iman
cihetiyle, âlem-i İslâm hakkında dahi ehemmiyetli Risa-
letü’n-Nur’dur. Bu ışıktır ki, seni şiddetle alâkadar etmiş-
ti. Ve bu bir nurdur ki, eskide de tahayyül ve tahmininle
geniş dairede, belki siyaset âleminde gelecek mesudâne
ve dindarâne hâletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve
müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasav-
vur ederek eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun.
“Evet, otuz, kırk sene evvel bir hiss-i kablelvukuyla his-
settik. Fakat nasıl kırmızı bir perdeyle siyah bir yere ba-
kılsa karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün, fakat
yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattı.”
S. N.
®
alâka:
ilgi, ilişki. bağ
alâkadar:
ilgili, ilişki
âlem:
dünya
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
beşaret:
müjde
cazibe:
cezp edicilik, çekicilik
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten
cihet:
yön
dindarâne:
dindar bir kimseye
yakışacak tarzda.
ehemmiyetli:
önemli
evvel:
önce
gaybî:
gaypla ilgili, görünme-
yenlere ait
hâdisat-ı âlem:
cihanda mey-
dana gelen olaylar.
hâlet:
hal, durum
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vu-
kuundan önce hissetme, bir
hâdisenin gerçekleşmesinden
önce kalbe doğması.
ihbar:
haber verme, bildirme
ihtar-ı gaybî:
gaybî olarak ya-
pılan hatırlatma, uyarı
iman:
inanç, itikat
kanaat:
inanma, görüş, fikir
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan
mesudane:
mutlu bir şekilde,
saadet içerisinde
muaccel:
mühletsiz, vadesiz,
peşin.
mukaddeme:
başlangıç
müeccel:
tecil edilmiş, sonra-
ya bırakılmış, ertelenmiş
nur:
aydınlık, parıltı, ışık
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
saadet:
mutluluk
suret:
biçim, şekil, tarz
tabir:
yorum, yorumlama.
tahayyül:
hayale getirme, ha-
yalinde canlandırma
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, düşünme
tatbik:
uydurma, uygulama
tefsîr:
açıklama, izah
tekzîb:
yalanlama, yalan oldu-
ğunu söyleme.
tevil:
yorumlama, yorum
vaziyet:
durum
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 316 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ