bir halt edemezler.” Biz de bakıyorduk ki, bizde birşey
yok, hissetmiyorduk. Hem o gaybî hâdiseyi bertaraf
etmek için mutabık bir mektup bize yazdırdı; size gön-
derildi.
Risale-i Nur Şakirtlerinden
Emin, Feyzi
* * *
Hulûsî Bey’in Bir Fıkrasıdır
Lâhika’nın bu defa irsal buyurulan kısmını aldım. Le-
hülhamd kudsî vazifede istihdamımız devam ediyor. Ha-
kikaten insan, seyyidinin mütenevvi hizmetleri arasında
böyle nurlu ve nuranî hizmette bulundurulmasını hisse-
dince, zaten ücretini peşin alan bir köle olduğunu da na-
zar-ı dikkate alınca, bütün zerrat-ı kâinat kadar dil ile ham-
detmek istiyor. Yani kalbinde yanan Elhamdü lillâh kan-
dili, her şeyi müsebbih ve hamid gösteriyor ve güzel bir
niyetle, o hamidlerin hamdini ve müsebbihlerin tesbihini
ve o şakirlerin şükrünü beraberce seyyidine takdime bir
iştiyak hissediyor.
Nurlu ve kudsî mektuplarınız yekdiğerini takip ettikçe,
hakikaten tahkikî imanın kemale doğru seyran ettiği gö-
rülüyor. Bu aciz kardeşiniz şüphesiz bir surette iman et-
tim ki:
Şeriat-ı Garra-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâ-
mın hakaikına, ruhuna nüfuz etmenin en kısa, en hatar-
sız, en zevkli tariki, Risalei’n-Nur’a intisapladır.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
Aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selam onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
bertaraf:
ortadan çıkmış, yok edil-
miş.
Elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
fıkra:
kısım, bölüm.
gaybî:
gaybla ilgili, bilinmeyenle il-
gili.
hâdise:
olay.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikaten:
hakikat olarak, doğru-
su, gerçekten.
hakikaten:
hakikat olarak, doğru-
su, gerçekten.
halt:
karıştırma, hata etme.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me.
hâmid:
Cenab-ı Hakka hamdü se-
nâ eden, Allah’a şükreden.
hatar:
tehlike.
iman:
inanç, itikat.
intisap:
mensup olma, bağlanma,
girme.
irsal:
göndermek gönderilmek,
yollamak.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla arzu
etme.
kandil:
lamba.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lehü’l-hamd:
hamd ve övgü O’nun
(Allah) içindir.
mutabık:
birbirine uyan, uygun.
müsebbih:
tesbih çeken, sübha-
nallah diyen.
mütenevvi:
çeşit çeşit.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
nüfuz:
içe geçme, işleme.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
seyran:
gezinme, bakıp sey-
retme.
seyyid:
efendi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakir:
Allah’ın verdiği nimetle-
re karşılık şükreden.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeriat-ı garra-yı Ahmediye:
Hz. Muhammed (s.a.v)’ın getir-
miş olduğu parlak ve nurlu şe-
riat.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tahkikî:
araştırma ve incele-
me ile ilgili, inandığı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
takdim:
arz etme, sunma.
tarik:
yol, meslek, seçilen tarz.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tut-
ma, Cenab-ı Hakk’ı şanına la-
yık ifadelerle anma.
vazife:
görev.
yekdiğer:
bir diğer.
zerrat-ı kâinat:
kâinat zerre-
leri, kâinattaki atomlar.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 302 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ