Hem, iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, her bir şa-
kirdinin, her bir günde binler halis lisanlarla edilen mak-
bul duaları ve binler ehl-i salâhatin işledikleri a’mal-i sa-
lihanın misil sevaplarını kazandırıp, her bir hakikî sabit
ve sebatkâr şakirtlerini amelce binler adam hükmüne ge-
tirdiğini delil, kerametkârâne ve takdirkârâne İmam-ı
Ali’nin (radıyallahü anh) üç ihbarı ve keramet-i gaybiye ve
Gavs-ı Azam’daki tahsinkârâne ve teşvikkârâne beşareti
ve Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın kuvvetli işaretle o halis şa-
kirtler, ehl-i saadet ve ehl-i cennet olacaklarına müjdesi
pek kat’î ispat ederler. Elbette böyle bir kazanç öyle bir
fiyat ister.
Madem hakikat budur, Risale-i Nur dairesinin yakının-
da bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarikat ve sofî meşrep zat-
lar onun cereyanına girmek ve ilim ve tarikattan gelen
sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine ça-
lışmak ve şakirtlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan
enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için o dairedeki
âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir.
Yoksa, başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem
bu müstakim ve metin cadde-i Kur’âniyeye bilmeyerek
zarar verir, belki zındıkaya bilmeyerek bir nevi hesabına
geçer.
Said Nursî
* * *
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 299 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
a’mal-i saliha:
salih ameller,
Allah’ın rızasına uygun yapıl-
mış iyi ve hayırlı işler.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
amel:
fiil, iş.
ashab-ı Cennet:
Cennet asha-
bı, Cennetlikler.
Bâkî:
yok olmayan, sürekli ve
kalıcı olan bütün varlıklar yok
olduktan sonra da var olacak
tek varlık; Allah.
beşaret:
müjde.
cadde-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
gösterdiği, çizdiği yol. Kur’ân’ın
büyük, geniş ve sağlam cad-
desi, ehli sünnet yolu, Kur’ân
yolu.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
ehl-i saadet:
saadete ulaşan-
lar, mutluluğu yakalayanlar,
bahtiyar olanlar.
ehl-i salâhat:
salih kimseler,
namuslu, doğru, adaletli olan
kimseler.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kal-
bini dünyanın fani işlerinden
ayırıp, Allah sevgisi ile bağla-
yan kimseler.
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
halis:
samimî, her amelini yal-
nız Allah rızası için işleyen.
hükmüne:
yerine, değerine.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ilim:
bilgi, marifet.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
iştirak-i â’mâl-i uhreviye:
ahirete
ait olan işlerdeki ortaklık, ahiretle
ilgili amellere ortak olma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
keramet-i gaybiye:
gaybla ilgili
keramet, istikbal ile alâkalı kera-
met.
kerametkârane:
kerametli bir şe-
kilde, keramet gösterircesine.
Kur’ân-ı Mucizül Beyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
lisan:
dil.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
metin:
sağlam ve dayanıklı; kolay-
lıkla sarsılmayan, telaşa düşme-
yen ve korkuya kapılmayan.
misil:
benzer, eş, kat.
müstakim:
temiz, namuslu, doğ-
ru, ahlâklı, istikamet sahibi.
nevî:
çeşit, tür.
Radıyallahü Anh:
Allah ondan ra-
zı olsun.
rakîbâne:
rakip olarak, birbirine
üstünlük sağlamaya çalışırcasına.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
sebatkâr:
sebat eden, sözünde ve
kararında duran, vazgeçmeyen,
sebatlı.
sofîmeşrep:
tasavvuf ehli, riyazet
ve nefisle mücahede ile hakikate
ermeye çalışan.
şakirt:
talebe, öğrenci.
takdirkârâne:
takdir edene yakı-
şır şekilde, takdir ederek.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
teşvikkârâne:
teşvik ederek, is-
teklendirerek, şevke getirerek.
zat:
kişi, şahıs.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.