onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapma-
mak olmakla beraber, kemiyete değil, keyfiyete bakmak,
hem çoktan beri sukut-i ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi
her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevk eden
dehşetli esbap altında Risaletü’n-Nur’un şimdiye kadar
fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması
ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve her biri
yüze mukabil binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi,
Muhbir-i Sadık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat
ispat etmiş ve ediyor, inşaallah daha edecek. Ve öyle
kökleşmiş ki, inşaallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun si-
nesinden onu çıkaramaz. Tâ ahirzamanda, hayatın geniş
dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenab-
ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohum-
lar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah’a
şükrederiz.
Said Nursî
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Bugünlerde
Rumuzat-ı Semaniye’
ye ait iki risaleyi
ehemmiyetli talebelerle bir yere gönderdim. Yol kapan-
dı, gitmedi. O iki risaleyi tekrar dikkatle mütalaa ettim.
Fikren dedim ki: “Bu zevkli, güzel, meraklı, şirin bir
maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevk edilmeden
perde indi, başka yolda sevk edildik, çalıştırıldık?”
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binâ:
kurma, dayandırma.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten ay-
rılmak, azmak.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyetli:
önemli.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zihnen.
fütuhat:
zaferler, fetihler, galibi-
yetler.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî hayat,
ahirete ait olan hayat.
ihbar:
haber verme, bildirme.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
inşirah:
Kur’ân-ı Kerîm’in 94. sure-
sidir. Mekke’de inmiştir, 8 ayettir.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kemiyet:
bir şeyin adet, miktar ve
sayı olarak ifade edilebilen duru-
mu, nicelik.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
nitelik.
maksat:
gaye.
Mehdî:
bazı hadislere göre kıya-
met yaklaşınca zulmü ve şirki or-
tadan kaldırarak inananlara saa-
det ve adaleti getirecek Ehl-i Bey-
tin neslinden gelen imam.
mukabil:
karşılık.
mü’min:
iman eden, inanan.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, dikkatli okuma.
nevî:
çeşit, tür.
Resul:
Allah’ın elçisi, peygam-
ber.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
Rumuzat-ı Semaniye:
sekiz
işaret anlamında Bediüzza-
man Said Nursî’ye ait bir ese-
rin ismi.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
salât:
Hz. Peygambere dua; Hz.
Muhammed’e Ashabına, aile-
sine Allah’ın rahmet ve mağfi-
retini, meleklerin istiğfarını ve
mü’minlerin dualarını dileme.
savlet:
şiddetli hücum, saldır-
ma.
selâm:
barış, rahatlık, selamet
ve esenlik dileme.
sevk:
yöneltme, gönderme.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hak-
kı ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
sîne:
göğüs.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
sükût-i ahlâk:
ahlâkın azal-
ması, ahlâk düşüklüğü.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
vazife:
görev.
vukuat:
vuku bulan şeyler,
hâdiseler, olaylar.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 290 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ