Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 297

İşte bu masum çocukların Risaletü’n-Nur’dan aldıkları
derslerinin ve yazdıklarının bir kısmını bize göndermişler.
Biz de onların isimlerini bir cetvelde derç ettik. Bunların
bu zamanda bu ciddî çalışmaları gösteriyor ki, Risale-i
Nur’da öyle bir manevî zevk ve cazibedar bir nur var ki,
mekteplerde çocukları okumaya şevkle sevk etmek için
icat ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek
bir lezzet, bir sürur, bir şevk, Risaletü’n-Nur veriyor ki,
çocuklar böyle hareket ediyorlar. Hem bu hâl gösteriyor
ki, Risale-i Nur kökleşiyor. İnşaallah, daha hiçbir şey onu
koparamayacak; ensal-i atiyede devam edecek.
Aynen bu masum küçük şakirtler gibi, Risale-i Nur’un
cazibedar dairesine giren ümmî ihtiyarların dahi kırk-elli
yaşından sonra Risale-i Nur’un hatırı için yazıya başlayıp
yazdıkları kırk-elli parça, iki-üç mecmua içinde derç ettik.
Bu ümmî ihtiyarların ve kısmen çoban ve efelerin, bu za-
manda, bu acip şerait içinde, her şeye tercihan Risale-i
Nur’a bu surette çalışmaları gösteriyor ki, bu zamanda Ri-
saletü’n-Nur’a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki, harmancı-
lar, çiftçiler, çobanlar, yörük efeleri, hacat-ı zaruriyeden
ziyade Risalei’n-Nur’a çalışmaları, Risaletü’n-Nur’un
hakkaniyetini gösteriyorlar.
Bu ciltte az ve sair altı cild-i ahirde masumların ve ihti-
yar ümmîlerin yazılarının tashihinde çok zahmet çektim.
Vakit müsaade etmiyordu. Hatırıma geldi ve manen de-
nildi ki: Sıkılma! Bunların yazıları çabuk okunmadığından,
acelecileri yavaş yavaş okumaya mecbur ettiğinden, Ri-
sale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 297 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cild-i aher:
başka, diğer cilt, di-
ğer kitap.
derc:
sokma, içine alma.
efe:
Ege yöresi köy delikanlısı.
ensal-i atiye:
gelecek kuşak-
lar, müstakbel nesiller.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hâcât-ı zaruriye:
zorunlu ihti-
yaçlar, gerekli ihtiyaçlar.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, esas
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masum:
suçsuz, kabahatsiz,
günahsız.
mecmua:
toplanıp, biriktiril-
miş, düzenlenmiş yazıların
hepsi.
müsaade:
izin; elverişli, uygun
olma durumu.
nevî:
çeşit, tür.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nümune:
örnek.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sevk:
yöneltme.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şerait:
şartlar.
şevk:
şiddetli arzu, istek; keyif, ne-
şe.
taam:
yemek, yiyecek.
tashih:
düzeltme, yanlışını gider-
me.
tercihan:
tercih ederek, öncelikli
olarak.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
ziyade:
çok, fazla.
1...,287,288,289,290,291,292,293,294,295,296 298,299,300,301,302,303,304,305,306,307,...560
Powered by FlippingBook