Birden ihtar edildi ki: O gaybî esrarı açacak olan mes-
lekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kıymetli ve umu-
mî ihtiyaca medar ve herkes bu zamanda ona şiddetle
muhtaç ve İslâmiyet’in temel taşları olan hakaik-ı imani-
ye hazinesine hizmet etmeye ve istifadeye zarar gelecek-
ti. En büyük ve en yüksek maksat olan hakaik-ı imaniye-
yi, ikinci derecede bırakacaktı. Onun için idi ki sure-i
(1)
$Go
ô`r
ün
f n
AÉB° n
LG n
Pp
G
remzinde, esrar-ı gaybiye gösterildi, bir-
den kapandı, perde indi. Hem bu sır içindir ki, o yolda
fazla istihdam edilmedik. Yalnız o meslek-i tevafukiyenin
tereşşuhatından Risale-i Nur’un hakkaniyetine bir imza
ve cezaletine bir ziynet ve huruf-i Kur’âniyenin intizamın-
dan ve vaziyetinden tezahür eden bir nevi i’caz çıktı. Da-
ha o yolda çalıştırılmadık.
Said Nursî
* * *
R
ÜYA
H
AKKINDA
I
SPARTA
’
YA
G
ÖNDERİLEN
B
İR
F
IKRADIR
.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Hediyeniz, Kastamonu’ya geleceği ânında rüyada
gördüm ki, bizlere bir ferman-ı şahâne, manevî bir ca-
nipten geliyor, kemal-i hürmetle ellerinden tutup bize
getiriyordular. Biz baktık ki, o ferman-ı âli Kur’ân-ı Azî-
müşşan olarak çıktı. O halde bu mana kalbe geldi: De-
mek Kur’ân yüzünden Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve
biz şakirtleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gayptan
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 291 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
âlem-i gayp:
gayp âlemi, gö-
rünmeyen, fakat varlığı kesin
olan ve mahiyeti allah tarafın-
dan bilinen başka dünyalar.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
cezalet:
ahenkli, akıcı ve güzel
ifade.
ehemmiyetli:
önemli.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
esrar-ı gaybiye:
gaybî sırlar,
görünmeyen sırlar.
ferman:
emir, buyruk.
ferman-ı âlî:
yüce, yüksek fer-
man.
ferman-ı şâhâne:
padişaha
yakışır ferman, padişah ferma-
nı.
fetih:
zafer, galibiyet.
fıkra:
kısım, bölüm.
gaybî:
gaypla ilgili, görünme-
yenlere ait.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakkaniyet:
hak ve adalete
uygunluk, hak ve doğruluktan
ayrılmama.
huruf-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
harfleri.
i’caz:
mu’cizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
1.
Allah’ın yardımı geldiği zaman. (Nasr Suresi: 1.)
istifade:
faydalanma, yararlanma.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
kemal-i hürmet:
hürmetin mü-
kemmelliği, tam ve kusursuz mü-
kemmel hürmet.
Kur’ân-ı Azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
maksat:
gaye.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
medar:
sebep, vesile.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
meslek-i tevafukiye:
Kur'ân'da ve
hadislerdeki uygunlukları bulma
mesleği.
Nasr:
Kur’ân-ı Kerîm’in 110. suresi.
nevî:
çeşit, tür.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı ve
hakikati tereddütsüz kabullenen.
sır:
gizli hakikat.
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tereşşuhat:
damlamalar, sızıntılar.
terfi:
yükselme, rütbe alma.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
umumî:
genel.
vaziyet:
durum.
ziynet:
süs.