Risale-i Nur’dan Parlak Fıkralar
ve Bir Kısım Güzel Mektuplar
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Lâtif ve manidar ve beşaretli iki hâdiseyi beyan ediyo-
rum...
BİRİNCİSİ:
Me’yusâne bir hatıradan müjdeli bir ihtar:
Bugünlerde hatırıma geldi ki, hayat-ı içtimaiyeye giren
hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalı-
yor. Her cihetle günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. “Bu
kadar günahlara karşı insanın hususi ibadatı ve takvası
nasıl mukabele edebilir?” diye meyusâne düşündüm.
Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur Talebelerinin vazi-
yetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur Şakirtleri hakkında
necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işa-
ret-i Kur’âniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi dü-
şündüm. Kalben dedim ki: “Her biri bin yerden gelen
günahlara karşı bir dille nasıl mukabele eder, galebe
eder, necat bulur?” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyü-
rüme mukabil ihtar edildi ki:
Risaletü’n-Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mabeyn-
lerindeki düstur-i esasiye olan iştirak-i a’mal-i uhreviye
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 281 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
şaşıran.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı ve
hakikati tereddütsüz kabullenen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahattur:
hatıra gelmek, hatırla-
mak.
tahayyür:
hayrete düşme, şaşa-
kalma.
takva:
Allah korkusuyla dinin ya-
sak ettiği şeylerden kaçınma, Al-
lah’ın emirlerini tutup azabından
korunma.
talebe:
öğrenci.
vaziyet:
durum.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
beşaret:
müjde.
beşaret-i Aleviye:
Hz. Ali’nin
(r.a) müjdesi.
beşaret-i Gavsiye:
Abdulkadir
Geylanî hazretlerinin müjdesi.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cihet:
yön.
dair:
alakalı, ilgili.
düstur-i esasiye:
temel düs-
tur, prensip, kural.
ehl-i saadet:
saadete ulaşan-
lar, mutluluğu yakalayanlar,
bahtiyar olanlar.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hâdise:
olay.
hakikî:
gerçek, dostluğu içten
ve gönülden olan.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hususî:
özel.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
işaret-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
işareti.
iştirak-i â’maâl-i uhreviye:
ahirete ait olan işlerdeki ortak-
lık, ahiretle ilgili amellere ortak
olma.
kalben:
kalp ile, kalpten.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
mabeyn:
ara.
manidar:
nükteli, ince manalı.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri
altında bulunma.
me’yusâne:
ümitsizce, ümit-
sizlikle, ümitsiz bir şekilde.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
mukabil:
karşılık.
mütehayyir:
hayrete düşen,