Ayetin külliyetinde
(HAŞİYE)
tevafuk sırrıyla
(2)
w
»p
?n
°T r
ºo
¡r
æp
ªn
a
ke-
limesinde bu zamanının en büyük şakîlerinden üçüne ci-
firce tevafuk etmesi, o küllî ayette bunlar dahi kasten mu-
rad olduklarına emaredir, belki işarettir. İşte Hazret-i
Gavs, bu ayetteki bu emareden, bu zamana bakmış. Mez-
kûr fıkrasını küllî ayete bir nevi hususî tefsir yaparak, ka-
sidesinde kerametkârâne bahsettiği fitne-i ahirzaman için-
deki şakirtlerini görüp, o zamanın şakîlerinin şerrinden
muhafaza edildiği ve burada münacatında dahi o kaside-
nin mealine bakıyor.
Şu fıkra-i Gavsiyede bir ima var. Buradaki “Said” lâf-
zında, meşhur kasidesindeki
(3)
Gk
ó«/
©n
°S o
¢û«/
©n
J
kelimesine ha-
fi bir işaret olduğu gibi,
(4)
o
ós
©n
Ño
ªr
dG t
»p
?s
°ûdG n
ƒo
g p
?n
Ón
¡r
dGo
P
fıkra-
sıyla, kendisinden sonra vuku bulan ve ulûm-i İslâmiyeyi
mahvetmek niyetiyle kütüphaneleri Dicle ve Fırat nehri-
ne atan Hülâgû felâketini haber vermekle beraber, Hülâ-
gû gibi ulûm-i İslâmiyeye perde çeken şakîleri dahi mez-
kûr ayete istinaden haber veriyor.
HAŞİYE:
Ayetin külliyetinde, saadet noktasında mazhariyetine mâsadak
olmak için, milyarlar dereceden yalnız bir derece murad olduğumuzu
anlasak, ebede kadar şükretsek, o nimetlerin hakkını eda edemeyiz.
Hazret-i Gavs’ın işaretinden anlaşılıyor ki, o muhit âyetin denizinden
bir katre kadar hissemiz var.
(1)
»
u
Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g ! o
ór
ªn
ër
dn
G
.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
ebed
: sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk, daimîlik.
eda:
ödeme.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
felâket:
musibet, büyük dert, be-
la.
fıkra:
kısım, bölüm.
fıkra-i Gavsiye:
Abdülkadir Geyla-
nî Hazretlerinin fıkrası.
fitne-i ahirzaman:
ahirzaman fit-
nesi.
hâfî:
gizli.
haşiye:
dipnot.
Hazret-i Gavs:
Abdulkadir Geylanî
(k.s) Hazretleri.
hisse:
pay, nasip
hususî:
özel.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak.
kaside:
övgü maksadıyla yazılmış
şiir ve bu şiirin nazım şekli.
kasten:
bile bile, isteyerek, kasıtlı
olarak.
katre:
damla.
kerametkârane:
kerametli bir şe-
kilde, keramet gösterircesine.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
mahv:
yok etme, ortadan kaldır-
ma.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma; nail olma, şereflenme.
meal:
mana, anlam, mefhum.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muhafaza:
koruma.
muhit
: ihata eden, kuşatıcı.
murâd:
maksat, meram.
münacat:
Allah’a dua ve yal-
varma maksadıyla yazılan şiir.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
Allah’ın bağışladığı
maddî ve manevî lütuf ve ik-
ramlar.
saadet:
mutluluk.
sır:
gizli hakikat.
şakî:
Allah’ın rızasından ve
ahiret mutluluğundan yoksun
kimse.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şer:
kötülük.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tefsîr:
açıklama, izah.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
ulûm-i İslâmiye:
İslâmî ilimler.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.
1
Allah’a hamd olsun. (Fatiha Suresi: 2.) Bu Rabbbimin fazlındandır. (Neml Suresi: 40.)
2.
Onların bir kısmı şakîrdiir.
3.
Saîd olarak yaşarsın.
4.
Helâk olan, ancak şakî ve Allah’tan uzak olan kimselerdir.
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A
| 272 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ