dedik. Zannederim ki, bu fakir millete iki yüz milyon za-
rar veren Adliye dairesindeki yangında böyle bir mana
var. İnşaallah bu da bir ikaz ve intibahı verecektir. Ateş
bazan sudan ziyade temizlik yapar.
* * *
Hakikatli Bir Lâtife
Sultan Süleyman Kanunî, kesretli Kırk Çeşme sularını
İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi
ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdi-
ğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin
suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizle-
yemez.”
Sual:
Gavs-ı Azam gibi büyük veliler, bazı evkatta,
mazi ve müstakbeli hazır gibi müşahede ederler. Neden
maziye ait cihette sarahat suretinde haber veriyorlar da,
istikbalden hafi remizlerle, gizli işaretlerle bahsediyorlar?
Elcevap:
(1)
*Gs
’p
G n
Ör
«n
¨r
dG o
ºn
?r
©n
j n
’
ayetiyle,
(2)
Gk
ón
Mn
G p
y
¬p
Ñr
«n
Z»'
?n
Y o
ôp
¡r
¶o
j n
Ón
a p
Ör
«n
¨r
dG o
ºp
dÉn
Y
(3)
m
?ƒo
°Sn
Q r
øp
e »'
°†n
Jr
QG p
øn
es
’p
G
ayeti ifade ettikleri kudsî yasağa karşı ubudiyetkârâne bir
hüsn-i edeb takınmak için, tasrihten işaret mesleğine gir-
mişler. Ta ki işaretlerle, remizle anlaşılsın ki, ihtiyarsız,
niyetsiz bir surette talim-i İlâhî olmuştur. Çünkü
istikbalî
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
cihet:
yön.
el-cevap:
cevap olarak.
evkat:
vakitler, zamanlar.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
hâfî:
gizli.
hakikat:
gerçek, esas.
hilâf-ı şeriat:
şeriata zıt, aykırı.
hüsn-i edep:
güzel edep, terbiye.
ihtiyarsız:
irade ve istem dışı.
ikaz:
uyarı.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
intibâh:
uyanıklık.
istikbal:
gelecek zaman.
istikbalî:
gelecek zamanla alâkalı,
gelecek zamanla ilgili.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
kudsî:
mukaddes, yüce.
latife:
güzel ve hoş nükte, şa-
ka.
mazi:
geçmiş zaman.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
müstakbel:
gelecek zaman.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delalet
eden işaret ve şekil.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belir-
lilik.
Sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
talim-i İlâhî:
Allah’ü Telanın
yetiştirmesi, eğitmesi.
tasrih:
açıkça ifade ederek
şüphe ve tereddütleri silme.
ubudiyetkârâne:
kul olana
yakışır şekilde, kulluğa yakışır
tarzda.
velî:
Allah’ın sevgisine, hima-
yesine kavuşmuş, ermiş kim-
seler, Allah dostu, evliya.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Göklerde ve yerde olanlar gaybı bilemez; onu ancak Allah bilir. (Neml Sûresi: 65.)
2.
Görünmeyen âlemleri bilen Odur. O hiç kimseyi gaybdan açıkça haberdar etmez. (Cin Sûresi:
26.)
3.
Ancak peygamberlerden bildirmek istediği müstesnâdır. (Cin Sûresi: 27.)
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A
| 276 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ