Evet,
(1)
p
án
en
Ós
°ùdGp
?p
MÉn
°S ?'
dp
G o
?p
°UGn
ƒr
dÉn
a
fıkrasıyla Hizbü’l-Kur-
’ân’a işaret ettiği gibi,
(2)
o
Üs
òn
©o
ªr
dGn
h o
ós
©n
Ño
ªr
dG t
»p
?s
°ûdG n
ƒo
g p
?n
Ón
¡r
dGo
P
fıkrasıyla ulûm-i İslâmiyeyi imha niyetiyle Hülâgû ve vü-
zerası gibi davranan bazı malûm insanların isimleri ilm-i
cifirce dahi mezkûr ayetin işaretine istinaden tam tevafuk
ediyor, gösteriyor.
Malûmdur ki, tevafuk ilm-i cifrin anahtarlarından mü-
him bir anahtardır. Eğer bir tevafuk ise, delâlet denilmez;
fakat hafi bir ima olur. Eğer, iki cihet ile aynı meseleye
tevafuk gelse, imadan remiz derecesine çıkar. Eğer, iki-
üç cihetle aynı meseleye gelse işaret olur. Eğer, maani-i
elfaz işarat-ı harfiyeye münasip gelse ve işaretle
bahsedilen insanların ahvali o manaya mutabık ve muva-
fık olsa, o işaret o vakit delâlet derecesine çıkar. Eğer al-
tı-yedi vecihle tevafukla beraber, mana-i kelimat, işaret-i
harfiyeye muvafık gelse ve mukteza-i hale de mutabık
olsa, o delâlet o vakit sarahat derecesine çıkar.
İşte bu
düstura binaen, Şeyh-i Geylânî, o meşhur kasidesinde,
sarahat derecesinde Hizbü’l-Kur’ân’dan bahsettiği gibi,
(3)
p
AÉn
°ûp
©r
dGo
Or
Qp
h
münacatında dahi, mezkûr ayete istinaden
Hizbü’l-Kur’ân’ın bir hadimini tasrihen ve arkadaşlarını
da işaret derecesinde haber veriyor.
Gavs-ı Azam’ın istikbalden haber verdiği nev’inden,
meşhur Şeyhülislâm Ahmed Cami dahi İmam-ı Rabbanî
(
RA
) olan Ahmed-i Farukî’den haber verdiği gibi,
ahval:
haller, durumlar.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cihet:
yön.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
düstur:
kaide, esas, prensip.
fıkra:
kısım, bölüm.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hâfî:
gizli.
Hizbü’l-Kur’ân:
Kur’an hiz-
metkârı, Kur’an taraftarı.
ilm-i cifir:
cifir ilmi, harflerin
sayı değerlerinden mana çıka-
rarak elde edilen ilim.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
imha:
ortadan kaldırma, mah-
vetme.
istikbal:
gelecek zaman.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
işarat-ı harfiye:
harfin işaret-
leri.
kaside:
övgü maksadıyla ya-
zılmış şiir ve bu şiirin nazım
1.
Selâmet sahiline ulaşan.
2.
Helâk olan, ancak şakî, Allah’tan uzak ve azabı hak etmiş kimselerdir.
3.
Yatsı Virdi.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 273 |
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A
şekli.
maani-i elfaz:
lafızların manaları.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mana-i kelimât:
kelimelerin ma-
nası.
mesele:
önemli konu.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
mukteza-yı hâl:
hâlin gerektirdiği
şekilde, hâlin gereği, duruma göre,
icabına göre.
mutabık:
birbirine uyan, uygun.
muvafık:
uygun, münasip.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münacat:
Allah’a dua ve yalvarma
maksadıyla yazılan şiir.
münasip:
uygun.
nev:
tür, çeşit.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delalet
eden işaret ve şekil.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
tasrihen:
açık olarak, açıktan bildi-
rerek, açıktan açığa bildirerek.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
ulûm-i İslâmiye:
İslâmî ilimler.
vecih:
cihet, yön.
vüzera:
vezirler.