asarın istikameti, o tarihte başlayıp dalalet yolları ve
zulümat tarikleri içinde sırat-ı müstakimi gösterecek,
n
är
ôp
eo
G BÉ n
ªn
c r
ºp
?n
à°r
Sp
G
emrini imtisal edecek demektir. Evet, lil-
lâhilhamd Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın bu mu’cizâne
ima-i gaybîsini bilfiil göstermiş, meydandadır.
Şu ayetin gizli imasına
(1)
n
¿ƒo
Ñp
dÉn
¨r
dG o
ºo
g $G n
Ür
õp
M s
¿p
G
ayeti
teyid ediyor. Çünkü
s
¿p
G
’deki şeddeli
nun
bir sayılsa, tam
evvelki ayete tevafuk ile hizbü’l-Kur’ân’ın faaliyetine va-
sıta olan bir hadiminin Kur’ân okumaya başladığı bin üç
yüz iki tarihine, iki fark ile tevafuk etmekle beraber, şed-
deli
nun
iki
nun
sayılsa, bin üç yüz elli eder ki, bu tarihte
Kur’ân’dan muktebes olan Risale-i Nur etrafında topla-
nan, bütün kuvvetleriyle Kur’ân’ın hizmetlerine çalışan,
hizbü’l-Kur’ân’ın faaliyeti ve dalâlet ve zındıkaya manen
galebe ettikleri bir zamana tevafuku ise, istikbalde tam ga-
lebelerine bir ima-i gaybîdir.
* * *
Sual:
Sen bu zamanın hâdisatına, “fitne-i ahirzaman”
diyorsun. Hâlbuki hadiste varit olmuş ki, “Ahirzamanda
Allah Allah (
CC
) denilmeyecek; sonra kıyamet kopacak.”
Elcevap:
Evvelâ, fitne-i ahirzamanın müddeti uzun-
dur; biz bir faslındayız.
ahirzaman:
dünyanın son za-
manı ve son devresi, dünya
hayatının kıyamete yakın son
devresi.
asar:
eserler.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten
ayrılmak, azmak.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısım-
lar.
evvel:
önce.
Evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk olarak.
fasıl:
kısım, bölüm.
fitne-i ahirzaman:
ahirzaman
fitnesi.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkası-
na ait söz, iş veya davranış.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hizbü’l-Kur’ân:
Kur’an hizmet-
kârı, Kur’an taraftarı.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
ima-i gaybî:
bilinmeyeni işa-
ret etmek.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
istikamet:
doğruluk; inanç,
düşünce, niyet, tutum ve dav-
ranışta Allah’ın rızasına uygun
olarak doğru yol üzere olma.
1.
Şüphesiz Allah’a tabi olan topluluk gerçek galiplerin ta kendisidir. (Mâide Sûresi: 56)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 279 |
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A
istikbal:
gelecek zaman.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte yı-
kılıp mahvolması.
lillâhilhamd:
Allah’a hamdolsun
ki!.
manen:
mana bakımından, mana-
ca.
mu’ciz-âne:
mu’cizeli bir şekilde.
muktebes:
iktibas edilmiş, alıntı
yapılmış.
müddet:
süre, zaman.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sırat-ı müstakim:
hak yol, Allah’ın
gösterdiği hidayet yolu.
sual:
soru.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki defa
okunması gereken bir harfin üzeri-
ne konulan ve o harfi iki defa oku-
tan işaret.
tarik:
yol, meslek, seçilen tarz.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
teyit:
kuvvetlendirme, sağlamlaş-
tırma; doğru çıkarma.
varit:
gelen, ulaşan, erişen.
vasıta:
aracılık.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.