etti. Ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere
düşenlere, mana-i işarîsiyle mededres ve halaskâr ve şifa
ve medar-ı sürur olan
(1)
Gk
ô°r
ùo
j p
ô°r
ùo
©r
`dG n
™n
e s
¿
p
G
ve
(2)
n
?n
Qr
ón
°U n
?n
d r
ìn
ôr
°ûn
f r
ºn
dn
G
her musibetzedeye baktığı gibi, bu
geçen hastalık cihetiyle bize de baktığını yazıyor.
Evet, Hafız Ali (
RH
) o noktayı tam görmüş. Ben de tas-
diken derim ki:
Eğer o hastalık yirmi derece tezauf etseydi, bizlere ka-
zandırdığı neticeye nispeten yine ucuz düşerdi ve rahmet
olurdu. Fakat Hafız Ali’nin (r.h) üstadı hakkında, benim
haddimden pek çok ziyade isnat ettiği meziyet ve masu-
miyeti, onun masum lisanıyla hakkımda medih olarak de-
ğil, belki bir nevi dua olarak tasavvur ediyoruz.
Hem Hafız Ali’nin, Sava gibi yerler, karyeler ve Ispar-
ta birer medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i
Nur’un sadık şakirtleri harikulâde olarak günden güne
yükselmeleri, tenevvür etmeleri, bizleri, belki Anadolu’yu,
belki âlem-i İslâm’ı mesrur ve müferrah eden bir hakikatli
haber telâkki ediyoruz.
Ahir fıkrasında, Muhbir-i Sadık’ın haber verdiği “ma-
nevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak zaman ve ze-
min hemen hemen gelmesi” diye fıkrasına, bütün ruh u
canımızla rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz, temenni
ediyoruz.
Fakat biz Risaletü’n-Nur Şakirtleri ise, vazifemiz
hizmettir; vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 289 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
ahir:
son.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
cihet:
yön.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fütuhat:
zaferler, fetihler, gali-
biyetler.
hakikat:
gerçek, esas.
halâskâr:
halâs eden, kurta-
ran.
harikulâde:
olağanüstü.
hükmüne:
yerine, değerine.
isnâd:
dayandırma.
karye:
köy.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
lisan:
dil.
mana-i işarî:
yazı ve işaretler-
le ifade edilen mana.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
masumiyet:
masumluk, ka-
bahatsizlik, suçsuzluk.
medar-ı sürur:
sevinç ve neşe
vesilesi, sebebi.
medetres:
medetü yardım
yetiştirici.
medih:
övmek.
medrese-i Nuriye:
nur med-
resesi; Risale-i Nur’ların okun-
duğu yerler.
1.
Şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır. (İnşirah Sûresi: 5.)
2.
Biz senin göğsüne genişlik vermedik mi? (İnşirah Sûresi: 1.)
mesrur:
sevinçli, memnun.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve değerlilik
vasfı.
Muhbir-i Sadık:
doğru haberci; Al-
lah ve ahiretle ilgili doğru haberler
veren Peygamberimiz (asm) ve di-
ğer peygamberler.
musibetzede:
musibet görmüş,
felâkete uğramış, belâya, kazaya
uğrayan.
müferrah:
feraha kavuşmuş, gö-
nül huzuruna ermiş.
nevî:
çeşit, tür.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve yakar-
ma.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rahmet-i İl
â
hîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
ruh u cân:
ruh ve can; ruh ve can-
la.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hastalığın
son bulması, sağlığına kavuşma.
tasavvur:
bir şeyi zihinde düşün-
me, tasarlama.
tasdikan:
tasdik suretiyle, doğru-
layarak.
telâkki:
anlama, kabul etme.
temenni:
olmasını veya olmama-
sını isteme; dilek, istek, arzu.
tenevvür:
nurlanma, parlama, ay-
dınlanma.
tezauf:
kat kat artma, çoğalma.
vazife:
görev.
vazife-i İlâhiye:
doğrudan doğru-
ya Allah’a ait olan iş ve vazife
zemin:
yer.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.