Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 292

alacağız. Şimdi tabiri ise, o fermanı temsil eden masum-
ların kalemiyle manevî tefsir-i Kur’ân’ı aldığımızdır.
Bu rüyanın şimdiki tabiri çıkmadan bir iki saat evvel
Feyzi ile Emin’in gösterdikleri tabir dahi haktır, ehemmi-
yetlidir. Hem bu medar-ı sürur ve ferah olan hediye-i nu-
raniyeyi bir hiss-i kablelvukuyla benim ruhum tam hisset-
miş, akla haber vermemişti ki, o gelmeden iki gün evvel,
Feyzi ve Emin’in fıkrasında beyan edilen, rüyayı gördü-
ğüm gecenin gününde, sabahtan akşama kadar ve ikinci
günü de kısmen hiç görmediğim bir tarzda bir sevinç, bir
sürur hissedip mütemadiyen bir bahaneyle ferahımı izhar
edip, otuz kırk defa tebessümle güldüm. Hem ben ve hem
Feyzi, taaccüp ve hayret ettik. Otuz günde bir defa gül-
meyen, bir günde otuz defa gülmek bizleri hayrette bırak-
tı. Şimdi anlaşıldı ki, o sürur, o sevinç mezkûr manevî fer-
manı temsil eden masumların ve ümmîlerin kalemlerinin
yazıları, nesl-i âtînin sahaif-i hayatlarına, âlem-i İslâm’ın
sahife-i mukadderatına ve ehl-i imanın istikbalinin defter-
lerine neşr-i envar edeceklerinin ve o masumların halis ve
sâfi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i amalimizde hasenat-
larını yazıp kaydetmesinin ve Risale-i Nur Şakirtlerinin
istikbalinin mukadderatını mesudâne idamesinin haberi-
ni veren, o hediyeden ve daha gelmeden geliyordu. Ben,
o azîm yekûndan hisseme düşen binden bir cüz’ü ruhen
hissedilmiş, beni mesrurâne heyecana getirmişti.
Evet, böyle yüzer masumların makbul amelleri ve red-
dedilmez duaları sair kardeşlerimin defterlerine geçmesi
misilli, benim gibi bir günahkârın sahife-i amaline dahi
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
amel:
fiil, iş.
azîm:
büyük.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cüz:
kısım, parça.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
evvel:
önce.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç, sevin-
me.
ferman:
emir, buyruk.
fıkra:
kısım, bölüm.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
haşiye:
dipnot.
hediye-i nuraniye:
nurlu, aydınla-
tan hediye.
hisse:
pay, nasip.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hâdise-
nin gerçekleşmesinden önce kal-
be doğması.
idame:
devam ettirme, sürdürme.
istikbal:
gelecek.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
medar-ı sürur:
sevinç ve neşe ve-
silesi, sebebi.
mesrurane:
sevinçli bir şekilde,
sevinerek, memnun olarak.
mesudane:
mutlu bir şekilde,
saadet içerisinde.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mukadderat:
Allah tarafından
ezelde takdir olunmuş şeyler,
ileride meydana gelecek hal-
ler ve olaylar, alın yazısı.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nesli ati:
gelecek nesil.
neşr-i envar:
nurların yayıl-
ması, nurların dağıtılması, nur-
ların saçılması.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
ruhen:
ruh ile.
sâfî:
samimî, hâlis, saf.
sahaif-i hayat:
hayat sayfaları;
yıllar.
sahife-i a’mal:
amellerin say-
fası; yapılan işlerin yazılmış ol-
duğu sayfa.
sahife-i mukadderat:
Allah
tarafından takdir edilen şeyle-
rin bulunduğu sayfa, kader
sayfası.
sâir:
diğer, başka, öteki
sürur:
sevinç, mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taaccüp:
şaşma, hayret etme,
şaşakalma.
tabir:
yorum, yorumlama.
tarz:
biçim, şekil.
tebessüm:
gülümseme.
tefsir-i Kur’ân:
Kur’ân tefsiri,
Kur’ân’ın açıklaması.
temsil:
vekil, yerine geçme.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
yekûn:
toplam, tutar.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 292 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
1...,282,283,284,285,286,287,288,289,290,291 293,294,295,296,297,298,299,300,301,302,...560
Powered by FlippingBook