Muhakemat - page 45

Beşinci Mukaddeme
Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikate inkı-
lâp eder, hurafata kapı açar.
Şöyle ki:
Mecazat ve teşbihat, ne vakit cehlin yesar-ı muzlimâ-
nesi, ilmin yemin-i nuranîsinden kaçırıp gasp etse veya-
hut mecaz ile teşbih bir uzun ömür sürseler, hakikate in-
kılâp ederek, taravet ve zülâlinden boş olup, şarap iken
serap ve nazenin ve hasna iken acuze-i şemta ve koca-
karı olur.
evet, mecaz şeffafiyetiyle şule-i hakikat ondan telem-
mu eder. Fakat, hakikate inkılâbıyla kesif olup, hakikat-i
asliyeyi münkesif eder. lâkin, bu tahavvül bir kanun-i fıt-
rîdir. Buna şahit istersen, lügatin teceddüt ve tegayyüra-
tının ve iştirak ve teradüfünün sırlarına müracaat et. İyi
kulak versen işiteceksin ki:
selefin zevklerine giden çok kelimatı veya hikâyatı ve-
ya hayalâtı veya maanii, ihtiyar ve ziynetsiz oldukların-
dan halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerin-
den, meyl-i teceddüde ve fikr-i icada ve cür’et-i tağyire
sebep olmuşlardır.
Bu kaide, lügatte olduğu gibi, hayalât ve maani ve hi-
kâyatta dahi cereyan eder. öyle ise, her şeye zahire gö-
re hükmetmemek gerektir.
MuhakeMat | 45 |
u
nsuru
l
-H
akikaT
lenen veya yazılan şey.
münkesif:
tutulmuş, aydınlı€ı ke-
silmiş.
müracaat:
başvurma, danışma.
nazenin:
nazlı, nazik, narin, ince
yapılı.
Selef:
Sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i
Tâbiîn hakkında kullanılan bir te-
rim.
serap:
sıcak günlerde çorak yer-
lerde gündüz ortasında su gibi
görünen bu€u sis, ılgım, salgım.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
şeffafiyet:
şeffaflık, şeffaf olma
hali, saydamlık.
şerâb:
içilecek şey.
şule-i hakikat:
hakikat ışı€ı.
tahavvül:
de€işme, dönüşme,
başkalaşma.
taravet:
tazelik, körpelik.
teceddüd:
tazelenme, yenilen-
me, yeni hale gelme.
tegayyürat:
tegayyürler, de€iş-
meler, başkalaşmalar.
telemmu:
parıldama, ışıldama.
teradüf:
iki ve daha fazla kelime-
nin bir manaya gelmesi, eşan-
lamlılık.
teşbih:
benzetme.
teşbihat:
benzetmeler, teşbihler.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
yemin-i nuranî:
nurlu el.
yesar-ı muzlimane:
karanlık olan
sol taraf.
zahir:
dış yüz, görünüş.
ziynet:
süs.
zülâl:
tatlı ve berrak su.
acuze-i şemta:
saçı a€armış,
çok yaşlanmış ihtiyar kadın,
kocakarı.
cehl:
cahillik, bilgisizlik.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
cür’et-i ta€yir:
de€iştirmeye
cesaret etmek.
fikr-i icat:
yoktan var etme
fikri, düşüncesi.
gasp:
zorla alma, zaptetme,
el koyma.
hakikat:
kelimenin gerçek
anlamında kullanılması, me-
cazî manada kullanılmaması.
hakikat-i asliye:
asıl olan
gerçek, asıl hakikat; esas doğ-
ru olan.
halef:
sonradan gelen.
hasna:
çok güzel ve itinalı.
hayalât:
hayaller, hülyalar.
heves-i şebabane:
gençlik
hevesi.
hikâyat:
hikâyeler.
hurafat:
hurafeler, bâtıl ina-
nışlar.
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak.
ihtiyar:
yaşlı, eski.
inkılâp:
de€işme, dönüşme.
iştirak:
birlik, birleşme, katıl-
ma.
kaide:
kural, esas, düstur.
kanun-i fıtrî:
yaratılıştan var
olan kanun, fıtrî kanun.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kesif:
kaba, yo€un, şeffaf ol-
mayan.
lügat:
sözlük, anlam.
maani:
manalar, anlamlar.
mecazat:
mecazlar.
meyl-i teceddüt:
yenilenme
arzusu.
mukaddeme:
başta ve asıl
maksada girmeden önce söy-
1...,35,36,37,38,39,40,41,42,43,44 46,47,48,49,50,51,52,53,54,55,...332
Powered by FlippingBook