Muhakemat - page 36

Üçüncü Mukaddeme
İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kıs-
mı, daire-i İslâmiyet’e duhul etmeleriyle, din süsüyle gö-
rünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki:
o necip kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i
ümmiye idi. Vakta ki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı
hissiyatları uyandı da, meydanda yol açan din-i mübîni
gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin
marifetine inhisar eylediler. Fakat, kâinata olan nazarları
teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız
istidlâl için idi. onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham
eden, yalnız onların fıtratlarına münasip olan geniş ve ul-
vî muhitleri ve safî ve müstait olan fıtrat-ı asliyeleri talim
ve terbiye eden yalnız kur’ân idi. Bundan sonra, kavm-i
Arab sair akvamı bel’ ettiği gibi, milel-i sairenin malûmat-
ları dahi Müslüman olmaya başladığından, muharrefe
olan İsrailiyat ise, Vehb, ka’b gibi ulema-i ehl-i kitabın
İslâmiyetlerinin cihetiyle Arabların hazain-i hayalâtına bir
mecra ve menfez bularak, o efkâr-ı safiyeye karıştılar.
Hem, sonra da ihtiram dahi gördüler. zira, ulema-i ehl-i
kitaptan İslâmiyet’e gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet ce-
lâlet ve tekemmül ettiklerinden, malûmat-ı müzahrefe-i
sabıkaları makbule ve müselleme gibi oldular; red-
dedilmedi. Çünkü, İslâmiyet’in usulüne müsadim olma-
dığından, hikâyat gibi rivayet olunur iken, ehemmi-
yetsizliği için tenkitsiz dinlenirler idi. Fakat –hayfâ!–
akvam:
milletler, kavimler, ulus-
lar.
bel:
ortadan kaldırma, yutma,
emme.
celâlet:
büyüklük, ululuk, hey-
betlilik.
daire-i ‹slâmiyet:
‹slâmiyet da-
iresi.
din-i mübin:
hak ve hakikati
açıklayan din, ‹slâm.
duhul:
içeri girme, dahil oluş.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
efkâr-ı safiye:
saf, hâlis ve terte-
miz fikirler.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
fıtrat-ı asliye:
aslî yaratılış, bozul-
mamış yaratılış; do€uştan ‹slâm
dini tabiatı üzerine yaratılma.
hayfâ:
vah vah, yazık, eyvah, ya-
zıklar olsun.
hazain-i hayalât:
hayallerin hazi-
neleri.
hikâyat:
hikâyeler.
hikmet-i Yunaniye:
Yunan felse-
fesi.
ihtilâl:
bozulma, karışıklık, inti-
zamsızlık.
ihtiram:
hürmet etme, saygı gös-
terme.
ilham:
içe, gönüle do€ma, kalbe
gelme, gönle do€an şey.
inhisar:
yalnız bir şeye ait kılma,
tekelleşme.
‹srailiyat:
Yahudî ve Hrıstiyanla-
rın inanç, ahlak, tarih ve efsaneye
dayalı kültüründen ‹slama karıştı-
€ı bilinen şeyler.
istidad-ı hissiyat:
hislere, duyuş-
lara ait kabiliyet.
istidlal:
delil getirmek, bir delile
dayanarak netice çıkarmak.
istitraden:
istitrad şeklinde, asıl
konu olmayarak, bir söz söyler-
ken o söz içinde başka bir konu
nakletmek suretiyle.
kavm-i arab:
Arab kavmi, milleti.
makbule:
kabul edilen, kabul gö-
ren.
malûmat:
bilgiler, bilinen şeyler.
malûmat-ı müzahrefe-i sabıka:
geçmişteki yalan-yanlış bilgiler.
marifet:
bilme, derin bilgi.
mecra:
kanal.
menfez:
delik, aralık.
meyil:
bir tarafa do€ru yönelme,
sevgi, muhabbet.
milel-i saire:
başka milletler, di-
€er milletler.
muharrefe:
tahrif olmuş, bozul-
muş, de€iştirilmiş şeyler.
muhit:
yöre, çevre.
mukaddeme:
başta ve asıl mak-
u
nsuru
l
-H
akikaT
| 36 | MuhakeMat
sada girmeden önce söyle-
nen veya yazılan şey.
müsadim:
çarpışan, vuruşan.
müselleme:
do€rulu€u ve
gerçekli€i herkes tarafından
kabul edilen.
müstait:
kabiliyetli; bir tarafa
meyli olan.
nazar:
bakış.
necip:
asil, soylu kimse.
ra€abat:
ra€betler, istekler,
istekle karşılamalar.
rivayet:
hikâye edilen bir ha-
ber, söz veya hâdise.
safî:
samimî, hâlis, saf.
sair:
di€er, başka, öteki.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
taife:
takım, bölük.
talim:
ö€retme, yetiştirme.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tekemmül:
olgunlaşma, ke-
male erme, mükemmelleş-
me.
tenkit:
eleştirme.
terbiye:
e€itim; iyi ahlak, say-
gı ve edep ö€renme.
teşrihat-ı hikemiye:
hikmet
ve felsefe nazarıyla yapılan
araştırma ve incelemeler.
ulema-i ehl-i kitap:
ehl-i ki-
tabın âlimleri, Yahudî ve Hrıs-
tiyan âlimler.
ulvî:
yüksek, yüce.
umum:
bütün.
usul:
metot, metodoloji;
esaslar, kaideler.
ümmet-i ümmiye:
okuma-
yan ve gerçekleri bilmeyen
topluluk.
vakta:
ne zaman, ne vakit.
zaman-ı cahiliyet:
‹slam’dan
önceki cahiliyet dönemi.
zevk-i tabiî:
tabiî, do€al zevk.
1...,26,27,28,29,30,31,32,33,34,35 37,38,39,40,41,42,43,44,45,46,...332
Powered by FlippingBook