tekemmülü def’î, yahut def’î gibi olur. Bu ise, ağlebi
maneviyat veya ulûm-i ilâhiyedendir. lâkin, eğer çendan
telâhuk-i efkâr bu kısm-ı sânînin mahiyetini tağyir ve tek-
mil ve tezyit edemezse de, bürhanların mesleklerine vu-
zuh ve zuhur ve kuvvet verir.
Hem de nazar-ı dikkate almak lâzımdır ki:
Kim bir şey-
de çok tevaggul etse, galiben başkasında gabileşmesine
sebebiyet verir.
Bu sırra binaendir ki, maddiyatta tevag-
gul eden, maneviyatta gabileşir ve sathi olur. Bu nokta-
ya nazaran, maddiyatta mahareti olanın maneviyatta
hükmü hüccet olmasına sebep olmadığı gibi, çok defa
sözü dahi şayan-ı istima değildir.
evet, bir hasta, tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe
bedelen mühendise müracaat edip, gösterdiği ilâcı isti-
mal eder ise, akrabasına taziye vermeye davet ve kendi-
si için kabristan-ı fenânın hastahanesine nakl-i mekân et-
mek için bir raporu istemek demektir.
kezalik,
hakaik-ı mahza ve mücerredat-ı sırfedan olan
maneviyatta, maddiyyunun hükümlerine müracaat ve fi-
kirleriyle istişare etmek, âdeta latife-i Rabbaniye denilen
kalbin sektesini ve cevher-i nuranî olan aklın sekeratını
ilân etmek demektir.
Evet, her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerin-
dedir. Göz ise, maneviyatı göremez.
* * *
MuhakeMat | 35 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
maddiyyun:
maddenin ezelî ve
ebedî oldu€una, sonradan yaratıl-
mamış bulundu€una inananlar,
maddeye ba€lı kalanlar, madde-
ciler, materyalistler.
maharet:
mahirlik, ustalık.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteli€i.
maneviyat:
mana alemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
meslek:
gidiş, usul, yol.
mücerredat-ı sırfe:
sade ve ta-
mamen mücerret olanlar.
müracaat:
başvurma, danışma.
nakl-i mekan:
yer de€iştirmek.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
sathî:
yüzeysel, derine inmeyen,
üstün körü.
sebebiyet:
sebep olma.
sekerat:
sarhoşluk.
sekte:
durma, kesilme.
sır:
gizli hakikat.
şayan-ı istima:
dinleyip kabul et-
meye lâyık.
tabip:
hasta tedavi eden kimse,
hekim, doktor.
ta€yir:
başkalaştırma, de€iştirme.
taziye:
baş sa€lı€ı dileme, yakını
ölen kimseyi teselli etme.
tekemmül:
olgunlaşma, kemale
erme, mükemmelleşme.
tekmil:
tamamlama, kemâle er-
dirme.
telâhuk-i efkâr:
fikirlerin birbiri
peşine gelip birleşmesi, katılaş-
ması, birbirine eklenmesi.
tevaggul:
devamlı olarak bir işle
u€raşma.
tezyit:
arttırma, ço€altma.
ulûm-i ‹lâhiye:
‹lahî ilimler, Al-
lah’ı bilmeye dair ilimler, din ilim-
leri.
vuzuh:
kolay anlaşılırlık, ifade
açıklı€ı.
zuhur:
görünme, belli olma, orta-
ya çıkma.
âdeta:
sanki.
a€leb:
ço€unlukla, ekseriyet-
le.
bedelen:
bedel olarak, muka-
bilinde, karşılı€ında, yerine.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cevher-i nuranî:
nurlu cev-
her, nura ait cevher, nura
mensup cevher.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
def’i:
hemen, bir anda, bir-
denbire.
gabî:
anlayışsızlık, ahmaklık.
galiben:
ço€u zaman, ço€u
kere.
hakaik-ı mahza:
sırf hakikat-
ler, özünü bozabilecek her
hangi bir şey karışmamış ger-
çekler.
hendese:
geometri.
hüccet:
delil.
hüküm:
karar, emir.
ilân:
yayma, duyurma.
istimâl:
kullanma.
istişare:
danışma, birinin fikir
ve görüşüne başvurma, fikir
sorma.
kabristan-ı fena:
geçici me-
zarlık, ebedî kalınmayacak
mezarlık.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
kısm-ı sani:
ikinci kısım.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi
başka bir şeye benzeterek
hüküm verme.
lâtife-i Rabbanîye:
‹lâhî haki-
katlerin hissedilmesine ve
manevî zevklerin alınmasına
yarayan his, duygu.
maddiyat:
maddî ve cismanî
şeyler, gözle görülüp elle tu-
tulur cinsten şeyler.