derece-i belâgatte olan kur’ân-ı mürşit, esalib-i Arab’a
en muvafıkı ve tarik-ı istidlâlin en müstakim ve en vazıhı
ve en kısasını ihtiyâr edecektir. demek, hissiyat-ı
ammeyi tefhim ve irşat için bir derece ihtiram edecektir.
demek, delil olan intizam-ı kâinatı öyle bir vecih ile
zikredecek ki, onlarca maruf ve akıllarına me’nus ola.
Yoksa, delil müddeadan daha hafî olmuş olur. Bu ise,
tarik-ı irşada ve meslek-i belâgate ve mezheb-i i’caza
muhaliftir.
Meselâ, eğer kur’ân dese idi: “Yâ eyyühennas! Feza-
da uçan meczup ve misafir ve müteharrik olan küre-i ze-
mine ve cereyanıyla beraber müstakarrında istikrar eden
Şems’e ve ecram-ı ulviyeyi birbiriyle bağlayan cazibe-i
umumiyeye ve feza-i gayr-i mütenahide dal ve budakları
münteşir olan şecere-i hilkatten, anasır-ı kesireden olan
münasebat-ı kimyeviyeye nazar ve tedebbür ediniz; tâ
sâni-i Âlem’in azametini tasavvur edesiniz.” Veyahut,
“o kadar küçüklüğüyle beraber bir âlem-i hayvanat-ı
hurdebiniyeyi istiap eden bir katre suya aklın hurdebiniy-
le temaşa ediniz; tâ sâni-i kâinat’ın her şeye kàdir oldu-
ğunu tasdik edesiniz.”
Acaba, o hâlde delil müddeadan daha hafî ve daha
muhtac-ı izah olmaz mı idi? Hem de onlarca muzlim bir
şeyle hakikati tenvir etmek veyahut onların bedahet-i
hislerine karşı mugalâta-i nefis gibi bir emr-i gayr-i ma-
kule teklif olmaz mı idi? Hâlbuki, i’caz-ı kur’ân pek yük-
sek ve pek münezzehtir ki, onun safî ve parlak dameni-
ne, ihlâl-i ifhâm olan gubar konabilsin.
MuhakeMat | 31 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
istikrar:
yerleşme, karar kılma.
kàdir:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
katre:
damla.
kur’ân-ı mürşid:
irşad eden, hak
ve do€ru yolu gösteren Kur’ân-ı
Kerim.
küre-i zemin:
yeryüzü, dünya.
maruf:
herkesçe bilinen.
me’nus:
alışmış, yabancılık çek-
meyen.
meczup:
cezp edilmiş, bir yöne
çekilmiş.
meslek-i belâgat:
belâgat mesle-
€i; uygun ve tam yerinde; mukte-
za-yı hale uygun, düzgün ve haki-
katli güzel söz söyleme mesle€i,
sanatı.
mezheb-i i’caz:
mu’cize yolu.
mugalâta-i nefis:
nefsin yanılt-
ması.
muhalif:
zıt, aykırı.
muhtac-ı izah:
izaha muhtaç
olan.
muvafık:
uygun, münasip.
muzlim:
karanlık; bilinmeyen,
belirsiz.
müddea:
iddia edilen şey, tez,
sav.
münasebat-ı kimyeviye:
kimye-
vî münasebetler, ilişkiler.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
münteşir:
yayılan, yayılmış, açıl-
mış; da€ınık.
müstakar:
karar kılınan yer, yer-
leşilen yer.
müstakim:
do€ru.
müteharrik:
hareketli.
sâfî:
samimî, hâlis, saf.
Sâni-i Âlem:
dünyayı sanatla ya-
ratan Allah.
Sâni-i kâinat:
kâinatı mükemmel
bir sanatla yaratan Allah.
şecere-i hilkat:
yaratılış a€acı.
Şems:
Güneş.
tarik-ı irşat:
irşat yolu, Allah’ın
emir ve yasaklarını bildirme yolu,
do€ruyu gösteren meslek.
tarik-ı istidlâl:
iman ve ‹slâmi-
yetten çıkan yol, dalâlet yolu.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tasdik:
do€rulama, onaylama.
tedebbür:
bir şeyin sonunu, haki-
katini düşünme.
tefhim:
anlatma, açıklama, bildir-
me.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
vazıh:
açık, âşikar; kolay anlaşılır.
vecih:
cihet, yön.
yâ eyyühennâs:
Ey ‹nsanlar!.
zikir:
anma, bildirme.
âlem-i hayvanat-ı hurdebi-
niye:
gözle görülemeyecek
kadar küçük olan hayvanların
âlemi.
anasır-ı kesîre:
parçalar, ele-
manlar.
bedahet-i his:
duygunun açık
olması.
cazibe-i umumîye:
umumî
bir cazibe, genel çekim gücü.
dâmen:
kenar, taraf.
derece-i belâgat:
belâgat de-
recesi.
ecram-ı ulviye:
yüksekteki
kütleler, yıldızlar ve gezegen-
ler.
emr-i gayr-i makule:
akıl dışı
emir.
esalib-i arab:
Arabların şiir
ve edebiyatlarında kullandık-
ları üslûpları, Arab kelâmının
kalıpları.
feza:
kâinatta, yıldızlar ara-
sındaki boşluk, uzay.
feza-yı gayr-ı mütenahi:
uç-
suz bucaksız uzay boşlu€u.
gubar:
toz.
hafî:
gizli.
hissiyat-ı amme:
umumun,
herkesin hisleri , duyguları.
hurdebin:
mikroskop.
i’caz-ı kur’ân:
Kur’an’ın muci-
zeli€i, yüksek ve erişilmez ifa-
desi.
ihlâl-i ifhâm:
anlatım bozuk-
lu€u.
ihtiram:
hürmet etme, saygı
gösterme.
ihtiyâr:
seçme, tercih etme.
intizam-ı kâinat:
kainattaki
düzen, sistem.
irşat:
do€ru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
istiap:
içine alma, içine sı€dır-
ma, kapsama.