Bununla beraber, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan âyât-ı beyyi-
natın telâfifinde maksad-ı hakikîye telvih ve işaret ettiği
gibi, bazı zevahir-i âyâtı –kinayede olduğu gibi– maksa-
da menar etmiştir.
Hem de, usul-i mukarreredendir: sıdk ve kizb, yahut
tasdik ve tekzip, kinayat ve emsallerinde, fenn-i beyanda
“maani-i ulâ” tabir olunan suret-i manaya raci değildir-
ler. Ancak “maani-i sanevî” ile tabir olunan maksat ve
garaza teveccüh ederler. Meselâ, “Filânın kılıncının ben-
di uzundur” denilse, kılıncı olmazsa da, fakat kameti
uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir. Hem
de, nasıl kelâmda bir kelime istiareye karine-i mecazdır;
öyle de, kelime-i vahid hükmünde olan kelâmullahın bir
kısım âyâtı, sair ihvanının hakikat ve cevherlerine karine
ve rehnüma ve komşularının kalblerindeki sırlara delil ve
tercüman oluyorlar.
elhasıl, bu hakikati piş-i nazara getiremeyen ve ayet-
leri muvazene ve doğru muhakeme edemeyen, meşhur
Bektaşî gibi (ki, namazın terkinde taallül yolunda demiş:
“kur’ân diyor:
(1)
n
In
Ós
°üdGGƒo
Hn
ôr
?n
J n
’
. İlerisine de hafız deği-
lim.”) nazar-ı hakikate karşı maskara olacaktır.
®
âyât:
Kur’ân ayetleri.
âyât-ı beyyinat:
apaçık ayetler,
deliller veya işaretler.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
Bektaşî:
Hacı Bektaş Veli tarikati-
ne mensup kişi.
bend:
ba€, yular.
cevher:
esas, maya, öz.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
elhasıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
emsal:
örnekler, benzerler.
fenn-i beyan:
belâgat ilminin üç
bölümünden ikinci bölümüdür.
‹fade etme yolları olan teşbih,
mecaz ve kinayeden bahseden
ilim; anlatım bilimi.
garaz:
gaye, maksat.
hafız:
Kur’ân-ı Kerîm’i tamamen
ezberleyen ve okuyan kimse.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı,
esası.
hükmünde:
de€erinde, yerinde.
hüküm:
karar, emir.
ihvan:
kardeşler.
istiare:
bir kelimeyi konuldu€u
manada kullanmanın da caiz ol-
masıyla beraber, başka bir mana-
da kullanma sanatı.
kamet:
boy, endam.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
karine-i mecaz:
mecazın işareti,
ipucu.
kelâm:
söz, lafız.
kelâmullah:
Allah’ın kelâmı,
Kur’ân-ı Kerîm.
kelime-i vahid:
bir kelime.
kinayat:.
dolaylı olarak söylenen
söz.
kinaye:
hem hakikî hem de me-
cazî manaya gelebilecek bir sözü,
mecaz yönüyle kullanma sanatı.
kizb:
yalan.
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini
yapmaktan aciz bırakan Kur’an.
maani-i sanevî:
mecazî manalar,
ikinci derecedeki manalar.
maani-i ulâ:
önceki manalar, ilk
manalar, bir kelime veya ibareye
verilmesi gereken birinci mana.
maksad-ı hakikî:
asıl maksat, ga-
ye.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
maskara:
herkesi kendine güldü-
ren, soytarı.
menar:
yol işaretleri.
meselâ:
örne€in.
muhakeme:
akıl yürütüp do€ru
netice elde edebilme, tartma, de-
€erlendirme, yargılama.
muvazene:
mukayese, karşı-
laştırma; ölçü, denge.
nazar-ı hakikat:
hakikat nez-
dinde.
pîş-i nazar:
göz önü.
raci:
geri dönen.
rehnüma:
yol gösteren, yol
gösterici, kılavuz.
sair:
di€er, başka, öteki.
sıdk:
do€ruluk.
sır:
gizli hakikat.
suret-i mana:
anlam biçimi.
taallül:
mazeret.
tabir:
ifade.
tasdik:
do€rulama, onayla-
ma.
tekzip:
yalanlama, yalan ol-
du€unu söyleme.
telâfif:
birbirine girmiş ve sar-
maşmış vaziyette olma, lif lif
olma.
telvih:
kastedilen şeyin lazı-
mı olan şeylerden bahset-
mek suretiyle olan kinaye.
tercüman:
çeşitli hal, durum,
maksat veya duyguları ifade
etme vasıtası.
teveccüh:
yönelme, yöneliş.
usul-i mukarrere:
kesinleş-
miş, yerleşmiş kural, kaide.
zevahir-i âyât:
ayetlerin za-
hirleri, dış görünüşleri.
1.
Namaza yaklaşmayın… (Nisâ Suresi: 43) Ayetin devamında “eğer sarhoş iseniz” ibaresi var-
dır.
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
| 32 | MuhakeMat