Muhakemat - page 23

emma ba’d: Şu fakir, garip nursî ki, “Bid’atüzzaman”
lâkabıyla müsemma olmaya lâyık iken, haberi olmadan
“Bediüzzaman” ile meşhur olan bîçare, tedenni-i millet-
ten ciğeri yanmış gibi feryad ü figan ederek, “Ah, ah,
ah! Vaesefa!” der ki:
İslâmiyet’in mağz ve lübbünü terk ederek, kışrına ve
zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve sû-i fehim ve
sû-i edep ile, İslâmiyet’in hakkını ve müstahak olduğu
hürmeti ifa edemedik. tâ o da bizden nefret ederek, ev-
ham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi. Hem
de hakkı var. zira, biz İsrailiyatı usulüne ve hikâyatı aka-
idine ve mecazatı hakaikına karıştırarak, kıymetini takdir
edemedik. o da ceza olarak bizi dünyada tedip için, zil-
let ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak, yine onun
merhametidir.
öyle ise, ey ihvan-ı Müslimîn! geliniz, ona tarziye ve-
receğiz. elbirliğiyle dest-i sadâkati uzatacağız, biat edece-
ğiz, onun hablü’l-metînine sarılacağız.
Hem de bilâperva olarak ilân ederim: Beni geçmiş
asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate
getiren ve yüzer senelerden beri sevkü’l-ceyş ile kuvvet
bulan hayalât ve evhamın müdafaasına beni gayrete ge-
tiren itikadım ve yakinimdir ki, hak neşvünema bulacak-
tır –eğer, çendan toprakta gizlense… Ve taraftar ve mül-
tezimleri muzaffer olacaklardır –eğer, çendan zaman ve
zeminin merhametsizliğinden, az ve zayıf olsalar…
MuhakeMat | 23 |
m
ukaddeme
itikad:
inanç, iman.
kışır:
kabuk, dış taraf.
kıymet:
de€er.
lâkap:
ünvan.
lübb:
iç, öz.
ma€z:
öz, iç.
mecazât:
mecazlar.
muzaffer:
yenmiş, galip gelmiş.
mübareze:
düello, çatışma, kav-
ga.
müdafaa:
savunma.
mültezim:
iltizam eden, taraftar-
lık gösteren, üzerine alan.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad
verilmiş.
müstahak:
lâyık olunan, hak edi-
len şey.
neşvünema:
yayılıp genişleme,
büyüyüp gelişme.
sefalet:
maddî ve manevî yoksul-
luk sonucu meydana gelen düş-
künlük.
sevkü’l-ceyş:
asker sevk etme,
askerî birliklerin lüzumlu yere
gönderilmesi ve geri çekilmesi
işini idare etme.
sû-i edep:
kötü terbiye.
sû-i fehim:
anlayışın fenalı€ı; kö-
tü anlayış.
şecaat:
cesurluk, yi€itlik, korku-
suzluk.
takdir:
kıymet verme, de€er biç-
me.
taraftar:
taraflı, bir tarafı destek-
leyen.
tarziye:
hatalı bir hareketten do-
layı affını isteme, özür dileme.
tedip:
haddini bildirme, cezalan-
dırarak uslandırma.
tedenni-i millet:
milletin alçal-
ması, kötü bir duruma düşmesi.
tesettür:
örtünme, gizlenme.
usul:
asıllar, kökler, esaslar.
vaesefa:
esefler olsun, ne üzün-
tü!.
vakf-ı nazar:
bakışı sadece bir
şeye has kılmak, bakışın bir şeye
odaklanması.
yakîn:
kesin bilme, şüpheden
sıyrılarak son derece do€ru ve
kuvvetli bilme.
zahir:
dış yüz, görünüş.
zemin:
yer.
zillet:
hor ve hakir görülme, alçal-
ma.
akait:
‹slâm’ın imanla ilgili
esasları ve hükümleri.
asır:
yüzyıl.
bediüzzaman:
zamanın, ça-
€ın eşsiz güzelli€i.
biat:
uyma, ba€lanma.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bid’atüzzaman:
zamanın
bid’ası, zamanın acip ve gari-
bi, zamanın şartlarına uyma-
yan.
bilâperva:
korkusuzca, çekin-
meden.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
dest-i sadâkat:
ba€lılık ve
do€ruluk eli.
efkâr:
düşünceler, fikirler, gö-
rüşler.
emmâ ba’d:
bundan sonra;
asıl meseleye gelince (söze
başlama).
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
feryad ü figan:
yüksek sesle
ba€ırma, a€lama, sızlama,
yardım isteme.
garip:
kimsesiz, zavallı.
hablü’l-metîn:
sa€lam ip.
hak:
do€ruluk, gerçek, haki-
kat.
hakaik:
hakikatler, do€rular,
gerçekler.
hayalât:
hayaller, hülyalar.
hikâyat:
hikâyeler.
hürmet:
saygı.
ifa:
bir işi yapma, yerine ge-
tirme.
ihvan-ı Müslimîn:
Müslüman
kardeşler.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
‹srailiyat:
Yahudî ve Hrısti-
yanların inanç, ahlak, tarih ve
efsaneye dayalı kültüründen
‹slama karıştı€ı bilinen şeyler.
1...,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22 24,25,26,27,28,29,30,31,32,33,...332
Powered by FlippingBook