Birinci Mukaddeme
takarrür etmiş usuldendir: Akıl ve nakil tearuz ettikle-
ri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl,
akıl olsa gerektir.
Hem de tahakkuk etmiş: kur’ân’ın her bir tarafında
intişar eden makasıd-ı esasiye ve anasır-ı asliye dörttür.
onlar da, ispat-ı sâni-i Vahid ve nübüvvet ve haşr-i cis-
manî ve adalettir.
Yani, hikmet tarafından kâinata irad olunan suallere
–Şöyle: “ey kâinat! nereden ve kimin emriyle geliyorsu-
nuz? sultanınız kimdir? delil ve hatibiniz kimdir? ne
edeceksiniz ve nereye gideceksiniz?”– kat’î cevap vere-
cek, yalnız kur’ân’dır. öyle ise, kur’ân’da makasıttan
başka olan kâinat bahsi istitradîdir; tâ sanatın intizamıy-
la sâni-i zülcelâl’e istidlâl yolu gösterilsin.
evet, intizam görünür ve kemal-i vuzuh ile kendini
gösterir. sâniin vücut ve kasıt ve iradesine kat’iyen şaha-
det eden intizam-ı sanat, kâinatın her cihetinde boynunu
kaldırarak, her canibinde lemaan eden hüsn-i hilkati na-
zar-ı hikmete gösteriyor. güya her bir masnu birer lisan
olup sâniin hikmetini tesbih ediyor ve her bir nevi parma-
ğını kaldırarak şahadet ve işaret ediyor. Madem maksat
budur ve madem kâinatın kitabından intizama olan ru-
muz ve işaratını taallüm ediyoruz ve madem netice bir
çıkar; teşekkülât-ı kâinat nefsü’l-emirde nasıl olursa
MuhakeMat | 29 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kasıt:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kat’iyen:
katî olarak, kesin ola-
rak, kesinlikle.
kemal-i vuzuh:
tam bir açıklık.
lemaan:
parlama, parıldama.
madem:
..den dolayı, böyle ise.
makasıt:
maksatlar, gayeler.
makasıd-ı esasiye:
esas maksat-
lar, gayeler.
masnu:
sanatla yapılmış eşya,
varlık.
mukaddeme:
başta ve asıl mak-
sada girmeden önce söylenen
veya yazılan şey.
nakil:
Kur’ân-ı Kerîm, hadis-i şerif
gibi ‹slâmın aslî kaynakları, nakil.
nazar-ı hikmet:
hikmet gözü ile
bakmak, asıl maksadı düşünerek
bakmak.
nefsü’l-emir:
işin hakikati, aslı.
nevi:
çeşit, tür.
nübüvvet:
nebilik, peygamberlik,
Allah elçili€i.
rumuz:
remizler, işaretler.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi ve her şeyi sanatla yaratan
Allah.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
taallüm:
ö€renme, belleme.
tahakkuk:
gerçekleşme, olma;
delil ile ispat edilme, kesinleşme.
takarrür:
yerleşme, kararlı hâle
gelme.
tearuz:
çatışma, birbirine zıt ol-
ma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma,
Cenab-ı Hakk’ı şanına layık ifade-
lerle anma.
teşekkülât-ı kâinat:
kâinatın
oluşumu, şekillenmesi.
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açıkla-
masında, geçerli bir delil veya se-
bepten dolayı, ayeti ilk bakışta
görünen manasından alıp, taşıdı€ı
di€er manalardan, bir veya birka-
çı ile tefsir etme.
tevil:
rüya tabir etme.
usul:
metot, metodoloji; esaslar,
kaideler.
vücut:
var olma, varlık.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, düzenli ve dengeli oluş.
anasır-ı asliye:
asıl, temel
unsurlar.
asl:
kök, temel, esas.
bahis:
konu.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
güya:
sanki.
haşr-i cismanî:
cisimle, ce-
setle dirilme, ruhla beraber
bedenlerin ve vücutların haş-
ri.
hatip:
hitap eden, toplulu€a
karşı konuşan.
hikmet:
‹lahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hüsn-i hilkat:
yaratılıştalki
güzellik.
intişar:
yayılma, yaygınlaş-
ma, neşrolunma.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
intizam-ı sanat:
sanatın dü-
zenlili€i, tertibi.
irad olunan:
“söylenen, soru-
lan” anlamında getirilen.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
ispat-ı Sâni-i Vahid:
bir olan
ve her şeyi sanatlı yaratan
Cenab-ı Hakkın varlı€ının ve
bir oldu€unun delillerle orta-
ya konulması, ispatlanması.
istidlâl:
delil getirmek, bir de-
lile dayanarak netice çıkar-
mak.
istitradî:
istitrat ile alâkalı,
asıl konudan olmayan.
işarat:
işaretler, alâmetler,
belirtiler.
itibar:
de€er.