İkinci Mukaddeme
Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabi-
lir. Şöyle tahakkuk etmiştir:
Âlemde meylü’l-istikmal vardır.
(HaşİYe)
Onun ile hilkat-i
âlem kanun-i tekâmüle tâbidir.
İnsan ise, âlemin semerat
ve eczasından olduğundan, onda dahi meylü’l-istikmalden
bir meylü’t-terakki mevcuttur. Bu meyil ise, telâhuk-i
efkârdan istimdat ile neşvünema bulur. telâhuk-i efkâr ise,
tekemmül-i mebadi ile inbisat eder. tekemmül-i mebadi
ise, fünun-i ekvanın tohumlarını sulb-i hilkatten zamanın
terbiyegerdesi bir zemine ilka ile telkih eder. o tohumlar
ise, tedrici tecrübeler ile büyür ve neşvünema bulur.
Buna binaendir, bu zamanda bedihiye ve ulûm-i adiye
sırasına girmiş pek çok mesail var, zaman-ı mazide ga-
yet nazari ve hafi ve bürhana muhtaç idiler. zira, görü-
yoruz; şimdilik coğrafya ve kozmoğrafya ve kimya ve tat-
bikat-ı hendesiyeden çok mesail var ki, mebadi ve vesai-
tin tekemmülüyle ve telâhuk-i efkârın keşfiyatıyla bu za-
manın çocuklarına dahi meçhul kalmamışlardır. Belki,
MuhakeMat | 33 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
mesail:
meseleler.
meyil:
bir tarafa do€ru e€ilme,
yönelme.
meylü’l-istikmal:
olgunlu€a er-
meyi isteme arzusu.
meylü’t-terakki:
ilerleme meyli,
yükselme iste€i, ilerleme arzusu.
mukaddeme:
başta ve asıl mak-
sada girmeden önce söylenen
veya yazılan şey.
müstakbel:
gelecek zaman.
nazarî:
uygulanmamış, uygula-
maya dayalı olmayan, yalnız gö-
rüş hâlinde bulunan, teorik.
neşvünema:
yayılıp genişleme,
büyüyüp gelişme.
nokta-i kemâl:
olgunluk, mü-
kemmellik noktası.
semerat:
semereler, meyveler.
şitâb:
koşmak, seğirtmek.
sulb-i hilkat:
sperm, meni.
tâbi:
boyun e€en, uyan, itaat
eden.
tahakkuk:
gerçekleşme, olma;
delil ile ispat edilme, kesinleşme.
tatbikat-ı hendesiye:
geometrik
kanunlar, uygulamalar.
tedricî:
tedricle olan, yavaş ya-
vaş, derece derece yapılan.
tekâmül:
olgunluk; gelişim, geliş-
me.
tekemmül:
olgunlaşma, kemale
erme, mükemmelleşme.
tekemmül-i mebadi:
başlangıç-
taki güzellik, mükemmellik, gü-
zel, mükemmel başlangıç.
telâhuk-i efkâr:
fikirlerin birbiri
peşine gelip birleşmesi, katılaş-
ması, birbirine eklenmesi.
telkih:
dişi meyveye erkek mey-
venin tozunu aşılama, döllendir-
me.
temayül:
bir tarafa eğilme, mey-
letme.
terbiyegerde:
terbiye edilmiş,
yetiştirilmiş.
teveccüh:
yönelme.
ulûm-i adiye:
sıradan ilimler.
vesait:
vasıtalar.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman.
zemin:
yeryüzü.
zerre:
atom, molekül.
HaşİYe:
Bizim bir kürd demiştir:
Her zerrede temayül ayandır tekâmüle
Her soyda füyuz-i hüveydanüma ile
Bir nokta-i kemale şitâb üzre kâinat,
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.
Kahriyyat
âlem:
dünya, cihan; bütün
yaratılmışlar.
ayan:
belli, açık.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç
olamayacak derecede açık ve
ortada olan.
bedihiye:
delil ve ispata
muhtaç olamayacak derece-
de açık ve ortada olma.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısım-
lar.
fünun-i ekvan:
kâinata ait
fenler, ilimler.
füyuz-i hüveydanüma:
apa-
çık gösteren ikramlar, bolluk-
lar.
gayet:
son derece.
hâfî:
gizli.
haşiye:
dipnot.
hilkat-i âlem:
âlemin yaratılı-
şı.
ilka:
bırakma, atma, koyma.
inbisat:
yayılma, açılma, gen-
leşme.
istimdat:
medet dileme, im-
dat isteme, yardıma ça€ırma.
kanun-ı tekâmül:
gelişme
kanunu, ilerleme, mükem-
melleşme kanunu.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın il-
ham etmesiyle gösterilen
gaybla ilgili sırlar.
kozmografya:
astronominin,
matematik ve fizi€in yalnız
temel kavramlarından yarar-
lanarak en belli başlı olayları
ele alan dalı.
mazi:
geçmiş zaman.
mebadi:
temel prensipler, ilk
unsurlar.
meçhul:
bilinmeyen, hakkın-
da bilgi olmayan.