Muhakemat - page 34

oyuncak gibi onlar ile oynuyorlar. Hâlbuki, İbni sina ve
emsaline nazarî ve hafî kalmışlardır. Hâlbuki, hikmetin
bir pederi hükmünde olan İbni sina, şiddet-i zekâ ve
kuvvet-i fikir ve kemal-i hikemiye ve vüs’at-i kariha nok-
tasında, bu zamanın yüzlerce hükemasıyla muvazene
olunsa, tereccüh edip ve ağır gelecektir. noksaniyet İbni
sina’da değil. Çünkü, ibn-i zamandır. onu nakıs bıra-
kan, zamanın noksaniyeti idi.
Acaba bedihî değil midir ki, kolomb-i zûfünun’un se-
beb-i iştiharı olan “Yeni dünya”nın keşfi, faraza bu za-
mana kadar kalmış olsa idi, hiç kaptan arasında kıymeti
olmayan bir kayık sahibi de Yeni dünyayı eski dünyaya
komşu etmeye muktedir olacaktı. evvelki keşşafın tebah-
hur-i fikrine ve mehaliki iktihamına bedel, bir küçük se-
fine ile bir pusula kifayet edecekti. Fakat, bununla bera-
ber, şimdi gelecek bir hakikati nazar-ı dikkate almak lâ-
zımdır. Şöyle ki:
Mesail iki kısımdır:
Birisinde
telâhuk-i efkâr tesir eder, belki ona mütevak-
kıftır. nasıl ki, maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için,
teavün lâzımdır.
Kısm-ı diğerîde,
esas itibarıyla telâhuk ve teavün tesir-
sizdir; bin de, bir de birdir. nasıl ki, hariçte bir uçurum
üzerinde atlamak veyahut bir dar yerde geçmekte küll ve
küll-i vahid birdir; teavün faide vermez.
Bu kıyasa binaen, fünunun bir kısmı, büyük taşın kal-
dırılması gibi teavüne muhtaçtır. Bunların ekseri, ulûm-i
maddiyedendir. diğer bir kısmı ikinci misale benzer.
bedel:
karşılık.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç
olamayacak derecede açık ve or-
tada olan.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
ekserî:
ço€u kısmı.
emsal:
benzerler.
evvel:
önce.
faide:
fayda.
faraza:
farz edelim ki, öyle saya-
lım ki, söz gelişi.
fünun:
fenler.
hafî:
gizli.
hakikat:
gerçek, esas.
hariç:
dışarı.
hikmet:
hakîmlik, feylesofluk.
hükema:
filozoflar.
hükmünde:
de€erinde, yerinde.
ibn-i zaman:
zamanın o€lu, dev-
rin adamı.
kemal-i hikemiye:
felsefeye dair
mükemmelleşme.
keşif:
bulma, meydana çıkarma.
keşşaf:
keşfeden, gizli bir şeyi
meydana çıkaran.
kısm-ı di€erî:
di€er kısım.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
kıymet:
de€er.
kifayet:
kâfi miktarda olma, ye-
terlilik.
kolomb-i Züfünun:
fenleri bilen
Kristof Kolomb.
kuvvet-i fikir:
fikrin kuvveti, dü-
şünmenin güçlü olması.
küll:
bütün.
küll-i vahid:
bir bütün.
maddiyat:
maddî ve cismanî şey-
ler, gözle görülüp elle tutulur
cinsten şeyler.
u
nsuru
l
-H
akikaT
| 34 | MuhakeMat
mehalik-i iktiham:
zor ve
katlanılamaz tehlikelere atıl-
ma.
mesail:
meseleler.
misal:
örnek.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
muvazene:
mukayese, karşı-
laştırma; ölçü, denge.
mütevakkıf:
bir şeye ba€lı
olan, ancak onunla olabilen.
nakıs:
noksan, eksik.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
nazarî:
uygulanmamış, uygu-
lamaya dayalı olmayan, yal-
nız görüş hâlinde bulunan,
teorik.
noksaniyet:
eksiklik, noksan-
lık.
peder:
baba.
sebeb-i iştihar:
meşhur olma
sebebi.
sefine:
gemi.
şiddet-i zekâ:
aşırı zeki olma.
teavün:
yardımlaşma, birbiri-
ne yardım etme.
tebahhur-i fikir:
fikrin derin-
li€ine varma, fikir derinli€i,
fikrî derinlik.
telâhuk:
birbirine katılma,
birbiri arkasına gelip birleş-
me.
telâhuk-i efkâr:
fikirlerin bir-
biri peşine gelip birleşmesi,
katılaşması, birbirine eklen-
mesi.
tereccüh:
üstünlük, üstün
gelme.
tesir:
etki.
ulûm-i maddiye:
madde ile
ilgili ilimler.
vüs’at-i kariha:
düşünme ka-
biliyetinin genişli€i ve zengin-
li€i.
1...,24,25,26,27,28,29,30,31,32,33 35,36,37,38,39,40,41,42,43,44,...332
Powered by FlippingBook