ucube olarak zihinlerinde tecessüm eder. eğer istersen,
hayalât-ı Acemâne içinde perverde olan rüstem-i zal’in
timsal-i manevîsine bak, gör; ne ucubedir! zira, şecaatle
müştehir olduğundan ve hiç İranîler tazyikatından kurtu-
lamayan istibdat sırrıyla ve şöhret kuvvetiyle, İranîlerin
mefahirini gasp ve garat ederek büyülttü. Hayallerde bü-
yüyüp şişti.
Yalan yalana mukaddeme olduğu
için, şu ha-
rikulâde şecaat, harikulâde bir ömür ve dehşetli bir ka-
met ve onların levazım ve tevabileri olan çok emirleri
toplayıp, içinde o hayal-i hail nara vurarak, “Ben,
‘
nev’ü’n-münhasırü’n-fi’ş-şahs’ım
” der. gulyabani gibi
hurafatı arkasına takarak, dillerin destanlarında dönü-
yor. emsaline dahi meydan açar.
ey hakikati çıplak görmek isteyen zat! Bu “Mukadde-
me”ye dikkat et. zira, hurafatın kapısı bu yerden açılır ve
bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de, kıssadan
hisse ve meylü’t-terakkiyle Mütekaddimînin esasları üze-
rine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye
cesaret, bu şuristanda mahvolur. eğer istersen meşhur
Molla nasreddin efendi’ye de: “Bu garip sözler umumen
senin midir?” elbette sana diyecektir: “Şu sözler ciltleri
dolduruyor; epeyce ömür ister. zira bütün sözlerim ne-
vadirden değildir. Ben hocayım. onların zekâtını da ba-
na verseler razıyım ve kâfidir, fazlasını istemem. zira ze-
rafetimi tabiîlikten çıkarıp, tasannua kalbeder.”
Yahu, bu kökten, hurafat ve mevzuat biter ve teneb-
büt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir!
MuhakeMat | 43 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
lar.
meylütterakki:
ilerleme meyli,
yükselme iste€i, ilerleme arzusu.
molla:
eskiden büyük âlimlere
verilen isim, büyük kadı, büyük
âlim.
mukaddeme:
başta ve asıl mak-
sada girmeden önce söylenen
veya yazılan şey.
müştehir:
iştihar bulan, şöhret
kazanan, ünlü.
Mütekaddimîn:
geçmiş kelâm
bilginleri, önde bulunan kelâmcı-
lar.
nâr:
ateş.
nev’ü’n-münhasırü’n-fi’ş-şahs:
kendine has özellikleri olan, her-
kesten farklı, benzeri olmayan.
nevadir:
nadir olanlar, ender bu-
lunanlar, az bulunan şeyler.
perverde:
beslenmiş, terbiye edi-
lip yetiştirilmiş, e€itilmiş.
razı:
rıza gösteren, kabul eden.
sedd:
kapama, tıkama, engel ol-
ma.
selef:
Sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i
Tâbiîn hakkında kullanılan bir te-
rim.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
şecaat:
cesurluk, yi€itlik, korku-
suzluk.
şuristan:
çorak yerler.
tabiî:
yapmacıksız, samimî.
tasannu:
yapmacık.
tasarruf:
kullanma hakkı.
tazyikat:
tazyikler, baskılar, zor-
lamalar.
tecessüm:
cisimleşme, cisim hali-
ne gelme.
tenebbüt:
büyüme, bitki gibi ye-
tişmek.
tevâbî:
bir kimsenin hizmetinde
bulunanlar, birinin adamları.
timsal-i manevî:
manevî suret,
gözle görülmeyen suret.
ucube:
çok acayip ve garip şey.
umumen:
umumî olarak, bütün
olarak.
zat:
kişi, şahıs.
zerâfet:
incelik, zariflik.
ziyade:
artma, ço€alma.
bab-ı tahkik:
araştırma kapı-
sı.
binâ:
kurma, dayandırma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
emsal:
örnekler, benzerler.
garat:
ya€malar, çapullar.
garip:
tuhaf, şaşılacak, bam-
başka.
gasp:
zorla alma, zaptetme,
el koyma.
Gulyabanî:
insanları korku-
tan hayalî bir varlık.
hakikat:
gerçek, do€ruluk;
görülen bir şeyin aslı, esası.
harikulâde:
ola€anüstü.
hayalât-ı acemâne:
‹ranlıla-
rın, acemlerin dünyaları.
hayal-i hâil:
korku ve dehşet
veren hayal.
hisse:
pay, nasip.
hurafat:
hurafeler, bâtıl ina-
nışlar.
‹ranî:
‹ranlı olan kimse, Acem,
Farisî.
istibdat:
kendi başına ve hiç
bir nizama ve kanuna ba€lı
olmadan yönetme, keyfî ida-
re sistemi.
kâfî:
yeter, elverir.
kalbolma:
bir halden di€er
bir hale geçme, dönüşme.
kamet:
boy, endam.
kıssa:
ibret verici hikâye.
levazım:
ordunun silâh, cep-
hane ve benzeri maddelerin
dışında kalan yiyecek, giye-
cek gibi ihtiyaçları sa€layan
asker sınıfı.
mahv:
yok olma, ortadan
kalkma, batma.
mefahir:
iftihar edilecek, övü-
nülecek şeyler, mefharetler.
mevrûsât:
miras kalmış şey-
ler, miras kalanlar.
mevzûât:
konular, anlatılan-