hakikati mecaz suretiyle görmek, göstermek, cehlin is-
tibdadına kuvvet vermektir.
evet, her şeyi zahire haml ettire ettire, nihayet zahi-
riyyun meslek-i müteassifesini tevlit etmek şanında olan
meylü’t-tefrit ne derece muzır ise; öyle de, her şeye me-
caz nazarıyla baktıra baktıra, nihayette bâtıniyyunun
mezheb-i bâtılasını intaç etmek şe’ninde olan hubb-i ifrat
dahi çok derece daha muzırdır.
Hadd-i evsatı gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak, yalnız
felsefe-i şeriatla belâgat ve mantık ile hikmettir.
evet, “hikmet” derim; çünkü, hayr-ı kesirdir. Şerri
vardır, fakat cüz’îdir. Usul-i müsellemedendir ki, “Şerr-i
cüz’î için hayr-ı kesîri tazammun eden emri terk etmek,
şerr-i kesîri işlemek demektir.
Ehvenüşşerrin
ihtiyârı el-
zemdir.
evet, eski hikmetin hayrı az, hurafatı çok, ezhan isti-
datsız, efkâr taklit ile mukayyet, cehil avamda hükümfer-
ma olduklarından, selef bir derece hikmetten nehyetti-
ler. Fakat, şimdiki hikmet ona nispeten maddî cihetinde
hayrı çok, yalanı az, efkâr dahi hür, marifet hükümfer-
madır. zaten her zamanın bir hükmü olmak gerektir.
®
MuhakeMat | 47 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
hurafat:
hurafeler, bâtıl inanışlar.
hüküm:
karar, emir.
hükümferma:
hükümran, hü-
küm süren.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme, had-
dini aşma.
ihtiyâr:
seçme, tercih etme.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
istibdat:
kendi başına ve hiç bir
nizama ve kanuna ba€lı olmadan
yönetme, keyfî idare sistemi.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
maddî:
madde ile alakalı, cisma-
nî.
marifet:
bilme, derin bilgi.
meslek-i müteassife:
do€ru yol-
dan çıkaran meslek, sapık mes-
lek.
meylüttefrit:
vasatın çok altında
kalma meyli, geride kalma e€ili-
mi.
mezheb-i bâtıla:
bâtıl mezhep,
bâtıl yol.
mukayyet:
kayıtlı, sınırlı, ba€lı.
muzırr:
zararlı, zarar veren.
nazar:
bakış.
nehy:
yasaklama, dinin yasakla-
dı€ı işler.
nihayet:
en sonunda.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
Selef:
Sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i
Tâbiîn hakkında kullanılan bir te-
rim.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
fier:
kötülük.
fierr-i cüz’î:
az miktardaki kötü-
lük, fenalık, günah.
şerr-i kesir:
büyük kötülük, çok
olan fenalık; daha büyük günah.
taklit:
başkasının fikir ve görüşle-
rine körü körüne uyma, onun gi-
bi hareket etme.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tefrit:
ortalamanın altında kalma,
tersine aşırılık, ifratın zıddı.
tevlit:
do€urma, sebep olma.
usûl-i müselleme:
kabul edilen
ilkeler, prensipler.
zahir:
dış yüz, görünüş.
zahiriyyun:
zahirciler, dış görü-
nüşe aldananlar.
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan; cahil halk ta-
bakası.
bâtıniyyun:
Kur’ân ve hadis-
lerdeki zahirî manaların dışın-
da gizli ve örtülü manaları
bulmak iddiasında olan batıl
bir tarikat ve o fikirdekiler.
belâgat:
sözün düzgün, ku-
sursuz, yerinde ve hâlin ve
makamın icabına göre söy-
lenmesini ö€reten ilmin adı,
edebiyat kaideleri ile ilgili
ilim.
cehil:
bilgisizlik, cehalet, ca-
hillik.
cehl:
cahillik, bilgisizlik.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
efkâr:
düşünceler, fikirler, gö-
rüşler.
ehvenüşşer:
şerrin en az za-
rarlısı, iki kötüden daha az za-
rarlısı.
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
ezhan:
zihinler.
felsefe-i şeriat:
dinin ortaya
koyduğu hikmetli açıklama-
lar.
hadd-i evsat:
orta terim.
hakikat:
kelimenin gerçek
anlamında kullanılması, me-
cazî manada kullanılmaması.
haml:
isnat etme, atıf, yükle-
me.
hayr-ı kesîr:
çok hayır, içinde
pek çok hayır ve fayda bulu-
nan.
hikmet:
felsefe, hakîmlik, eş-
yanın hakikatini, kâinattaki
ve yaratılıştaki gayeleri araş-
tırma.
hubb-i ifrat:
aşırılıktan hoş-
lanma, ifrat sevgisi.