Muhakemat - page 51

Hatime
Bir gayrimüslim, yalnız mescide girmekle Müslüman
olmasına kâfi olmadığı gibi; tefsirin veya şeriatın kitapla-
rına hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin me-
selesi girmesiyle, tefsir veya şeriat olamaz. Hem de, bir
müfessir veya fakih, mütehassıs olmak şartıyla, hükmü
yalnız nefs-i şeriat ve tefsirde hüccettir. Yoksa, tufeyli
olarak izinsiz tefsir, şeriat kitaplarına girmiş emirlerde
hüccet değildir. zira onlarda tufeyli olabilir.
nakile itap yoktur. evet, bir fende sözü hüccet olanın
sair fenlerde nakil veya dava cihetiyle hükmünü hüccet
tutmak, taksimü’l-mehasin ve tefrikü’l-mesai olan ka-
nun-i İlâhîsine vech-i rıza göstermemek demektir.
Hem de mantıkça müsellemdir ki: Hüküm, mevzu ile
mahmulün yalnız “vech-i ma” ile tasavvurlarını iktiza
eder. Ve onların teşrihat-ı sairesi ise, o fenden değildir;
başka fennin mesailinden olmak gerektir.
Hem de mukarrerdir ki: Âmm, hassa delâlât-ı selâse-
nin hiçbirisi ile delâlet etmez. Meselâ, tefsir-i Beyzavîde
(1)
p
ør
«n
an
ós
°üdG n
ør
«n
H
olan ayetinde ermeniye ve Azerbaycan
dağlarının mabeyninde olan teviline nazar-ı kat’î ile bak-
mak en büyük mantıksızlıktır. zira, esasen nakildir. Hem
de tayini kur’ân’ın medlûlü değildir; tefsirden sayılmaz.
zira, o tevil ayetin bir kaydının başka fenne istinaden bir
teşrihidir. Binaenaleyh, o müfessir-i celîlin tefsirdeki
MuhakeMat | 51 |
u
nsuru
l
-H
akikaT
kanun.
mabeyn:
ara.
mahmul:
hamlolunmuş, yüklen-
miş.
medlûl:
delil olarak gösterilen.
mesail:
meseleler.
mevzu:
konu.
mukarrer:
kesinlik kazanmış hü-
küm.
müfessir:
Kur’ân-ı Kerîm’in met-
nini tefsir, şerh ve izah eden ‹s-
lâm âlimi.
müfessir-i celîl:
büyük müfessir.
müsellem:
do€rulu€u, gerçekli€i
herkes tarafından kabul edilen.
mütehassıs:
bir ilim dalında veya
bir meslekte derin bilgi sahibi
olan, uzman.
nâkil:
nakleden; duydu€unu an-
latan, söyleyen.
nakl:
Kur’ân-ı Kerîm, hadis-i şerif
gibi ‹slâmın aslî kaynakları, nakil.
nazar-ı kat’î:
bir şeye kesin gö-
züyle bakmak, mutlak do€ru ol-
du€unu düşünmek.
nefs-i şeriat ve tefsir:
şeriatın ve
tefsirin kendisi.
sâir:
di€er, başka, öteki.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, ‹lâhî
emir ve yasaklara dayanan hü-
kümlerin hepsi.
taksimü’l-mehasin:
güzelliklerin
bölüştürülmesi.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tayin:
belirleme, gösterme, sınırı-
nı çizme.
tefrîkü’l-mesâ’î:
mesailerin tan-
zimi, düzenlenmesi; çalışma
pro€ramı.
tefsîr:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıklamak
maksadıyla yazılan kitap.
tefsir-i Beyzavî:
Kadı Beyzavî’nin
tefsiri.
teşrih:
bir meseleyi iyice araştırıp
ortaya çıkarma, şerh etme, açma.
teşrihat-ı saire:
di€er araştırma
ve incelemeler.
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açıkla-
masında, geçerli bir delil veya se-
bepten dolayı, ayeti ilk bakışta
görünen manasından alıp, taşıdı€ı
di€er manalardan, bir veya birka-
çı ile tefsir etme.
tufeylî:
parazit, asalak.
vech-i mâ:
bir sebepten dolayı.
vech-i rıza:
rıza yüzü, rıza yönü,
rıza sebebi.
1.
İki dağın arası. (Kehf Suresi: 96.)
âmm:
genel, umumî.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cihet:
yön.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delâlât-ı selase:
üç çeşit de-
lalet, üç çeşit delil olma; dela-
let-i mutabıkiye, delalet-i ta-
zammuniye, delalet-i iltizami-
ye.
delâlet:
delil olma, gösterme.
emir:
iş, şey, husus.
esasen:
aslında, temelinde,
do€rusu.
fakih:
‹slâm hukukçusu, fıkıh
âlimi, fıkıh bilgini.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
gayrimüslim:
Müslüman ol-
mayan, ‹slâmiyeti kabul et-
meyen.
has:
hususî olan.
hatime:
son söz.
hikmet:
felsefe.
hüccet:
delil.
hüküm:
verilen karar.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
itap:
azarlama, rencide etme.
kâfî:
yeter, elverir.
kanun-i ‹lâhî:
‹lâhî irade, ‹lâhî
1...,41,42,43,44,45,46,47,48,49,50 52,53,54,55,56,57,58,59,60,61,...332
Powered by FlippingBook