Elhasıl:
Şeriatın her bir hükmünde Şariin bir sikke-i iti-
barı vardır. o sikkeyi okumak lâzımdır. sikkenin kıyme-
tinden başka, o hüküm her şeyden müstağnidir. Hem
de, lâfızperdazâne ve mübalâğacuyâne ve ifratperverâ-
nelerin tezyin ve tasarruflarından bin derece müstağni-
dir. dikkat olunsun ki, böyle mücazifler, nasihat ettikleri
vakitte nazar-ı hakikatte ne derece çirkin oluyorlar.
ezcümle, bunlardan birisi bir mecma-ı azîmde müski-
rattan tenfir yolunda zecr-i şer’î ile kanaat etmeden öyle
bir şey demiş ki, yazmasından ben hicap ettim. Yazdık-
tan sonra çizdim. ey herif! Bu sözlerinle şeriata adavet
ediyorsun. Faraza sadık olsan, sadık-ı ahmak olursun;
adüvvü’d-dinden daha muzırsın.
Hatime
ey hariçten ve uzaktan İslâmiyet’i tenkit etmeye çalı-
şan insafsızlar! Aldanmayın, muhakeme edin, nazar-ı
sathî ile iktifa etmeyiniz. zira şu sizin bahanelerinize se-
bep olanlar, lisan-ı şeriatta
ulema-i sû
ile müsemmadırlar.
onların muvazenesizlik, zahirperestliklerinden neş’et
eden hicabın maverasına bakınız. göreceksiniz ki, her bir
hakikat-i İslâmiye, necm-i münir gibi bürhan-ı neyyirdir.
nakş-ı ezel ve ebed, üzerinde görünüyor.
evet, kelâm-ı ezelîden gelen, ebede gidecektir. Fakat,
esefa! Hubb-i nefis ve taraftar-ı nefis ve acz ve enaniyet-
ten neş’et eden teberri-i nefis ile kendi kabahatini başka-
sına atıyor. Şöyle yanlışa muhtemel olan sözünü veya
MuhakeMat | 55 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
mecma-ı azîm:
büyük toplanma
yeri.
muhakeme:
akıl yürütüp do€ru
netice elde edebilme, tartma, de-
€erlendirme, yargılama.
muhtemel:
ihtimal dahilinde,
olabilir.
muvazene:
denge, ölçü.
muzırr:
zararlı, zarar veren.
mübalâ€acûyâne:
aşırı derecede
mübala€a yaparcasına.
mücazif:
aldatan, söz ile karşısın-
dakinin hakkını örten; göz kararı
ile alıp-satan.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad
verilmiş.
müskirat:
sarhoşluk veren, sar-
hoş eden şeyler, içkiler.
müsta€ni:
muhtaç olmayan; baş-
kalarına ihtiyacı bulunmayan.
nakş-ı ezel ve ebed:
Cenab-ı
Hakk’ın ezelî ve ebedî nakışları.
nazar-ı hakikat:
hakikat nezdin-
de.
nazar-ı sathî:
yüzeysel bakış,
dikkatsizce yapılan inceleme.
necm-i münir:
ışık saçan, aydın-
latan yıldız.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
sadık:
do€ru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde do€ru olan.
sadık-ı ahmak:
ahmak dost.
sikke:
mühür, alâmet, nişan.
sikke-i itibar:
güvenilir ve de€erli
mühür.
fiâri:
şeriatı koyan, Allah.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, ‹lâhî
emir ve yasaklara dayanan hü-
kümlerin hepsi.
taraftar-ı nefis:
nefsine taraftar-
lık etmek.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istedi€i gibi
kullanma.
teberri-i nefis:
nefsini temiz bil-
mek, nefsini temize çıkarmak.
tenfir:
nefret ettirme, i€rendirme,
tiksindirme.
tenkit:
eleştirme.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
ulema-i sû:
kötü alimler, menfa-
at için hakikati örten âlimler.
zahirperest:
dış görünüşe kıymet
veren, dış görünüşe dikkat edip iç
yüze aldırış etmeyen.
zecr-i şer’î:
fieriatın yasaklaması.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adavet:
düşmanlık, husumet.
adüvvüddin:
din düşmanı.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
bürhan-ı neyyir:
parlak ve
nurlu bürhan, parlak delil.
ebed:
sonu olmayan gelecek
zaman, sonsuzluk, daimîlik.
elhasıl:
hasılı, netice itibariy-
le, kısaca.
enaniyet:
kendini be€enme,
bencillik, egoistlik.
esefa:
eyvah, yazık!.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
faraza:
farz edelim ki, öyle
sayalım ki, söz gelişi.
hakikat-ı ‹slâmiye:
‹slâmiye-
te ait hakikat.
hariç:
dışarı.
hatime:
son söz, bir eserin
sonuç kısmı.
hicâb:
utanma, mahcubiyet.
hubb-i nefs:
nefsini sevmek,
nefse düşkünlük.
hüküm:
dinî kaide, kural.
ifratperverâne:
aşırı gitmeyi
severcesine.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi gör-
me, var olanla yetinme.
kanaat:
elindeki ile yetin-
mek.
kelâm-ı ezelî:
ezelî söz, varlı-
€ına başlangıç olmayan Al-
lah’ın sözü; Kur’ân-ı Kerîm
ayetleri.
kıymet:
de€er.
lâfızperdezâne:
söz düzel-
tenler gibi.
lisan-ı şeriat:
şer’î lisan, dinî
tabir.
mavera:
görünenin ardı, öte-
si.