Dokuzuncu Mukaddeme
Ukul-i selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır
asıl, şer ise tebeidir. Hayır küllî, şer cüz’îdir.
Şöyle görünüyor ki:
Âlemin her bir nev’ine dair bir
fen teşekkül etmiş ve etmektedir. Fen ise kavaid-i külli-
yeden ibarettir. Külliyet-i kaide ise, o nevide olan hüsn-i
intizamına keşşaftır. Demek cemî fünun, hüsn-i intizama
birer şahid-i sadıktır.
evet, külliyet intizama delildir. zira bir şeyde intizam
olmazsa, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok
istisnaatıyla perişan oluyor. Bu şahitleri tezkiye eden,
nazar-ı hikmet ile istikra-i tamdır. Fakat, bazen intizam
görülmüyor. Çünkü, dairesi ufk-i nazardan daha geniş.
tamamen tasavvur ve ihata olunmadığı için, nizamın
tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor.
Binaenaleyh, umum fünunun şahadetleriyle ve nazar-ı
hikmetten neş’et eden istikra-i tammın tasdikiyle sabittir
ki:
Hilkat-i âlemde maksud-i bizzat ve galib-i mutlak, yal-
nız hüsün ve hayır ve hak ve kemaldir.
Amma şer ve
kubh ve batıl ise, tebeiye ve mağlûbe ve mağmuredirler.
eğer, çendan savlet etseler de, muvakkattır.
Hem de sabittir ki:
Ekrem-i halk benîâdemdir.
İstidadı
ve sanatı buna şahittir. Hem de benî Âdem’in en eşrefi,
ehl-i hak ve hakikat olan doğru Müslümanlardır.
MuhakeMat | 63 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
lük.
istidat:
yaratılıştan olan ve za-
manla geliştirilen kabiliyet; bir şe-
yin kazanılmasına olan fıtrî meyil.
istikra-i tam:
olaylardaki ortak
vasıflara dikkat ederek tam bir
netice çıkarmak, etraflı ve tam bir
bilgi almak.
istisnaat:
istisnalar, müstesna kıl-
malar, ayırmalar.
kavaid-i külliye:
genel kaideler,
herkesi ilgilendiren, herkesin
uyaca€ı kaideler.
kemal:
olgunluk, mükemmellik.
keşşaf:
keşfeden, gizli bir şeyi
meydana çıkaran.
kubh:
çirkinlik.
küllî:
umumî, genel.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
külliyet-i kaide:
kaidelerin, ku-
ralların genelli€i.
ma€lube:
yenilmiş, kendisine ga-
lip gelinmiş olan.
ma€mure:
harap olmuş, yıkılmış,
viran olmuş.
maksud-ı bizzat:
kendi maksadı,
şahsî gaye, şahsî amaç.
muvakkat:
geçici.
nazar-ı hikmet:
hikmet gözü ile
bakmak, asıl maksadı düşünerek
bakmak.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nev:
çeşit, tür.
nevî:
çeşit, tür.
nizam:
düzen, tertip; düzgünlük.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
savlet:
şiddetli hücum, saldırma.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alamet, işaret.
şahid-i sadık:
do€ru sözlü şahit.
şer:
kötülük.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tasdik:
do€rulama, onaylama.
tasvir-i bîmisal:
örne€i olmayan
tasvir.
tebeî:
ba€ımsız olmayıp başkası-
na tabi olarak; ikinci derecede.
tebeiye:
ba€ımsız olmayıp baş-
kasına tabi olan; ikinci derecede.
teşekkül:
şekillenme, meydana
gelme.
tezkiye:
temizleme, do€rulu€unu
tasdik etmek.
ufk-ı nazar:
gözümüzün görebil-
di€i son çizgi, bakış sahası.
ukul-i selime:
salim kafalar, sıh-
hatli düşünenler.
umum:
bütün.
âlem:
dünya, cihan; bütün
yaratılmışlar.
amma:
ama, lakin, ancak.
batıl:
boş, beyhude, yalan,
çürük, hurafe.
benîâdem:
Ademo€ulları, in-
sanlar.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cemi:
cümle, hep, bütün.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
cüz’î:
küçük, az.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
dair:
alakalı, ilgili.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
ehl-i hak ve hakikat:
hak ve
hakikat yolunda çalışan ve
gerçe€i bulan insanlar.
ekrem-i halk:
cömertçe ya-
ratılmış, en fazla ihsan ve ke-
rem ile yaratılmış olan.
eşref:
en şerefli, daha şerefli,
en iyi, en güzel.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
fünun:
fenler.
galib-i mutlak:
tam olarak
galip, galibiyeti bir şeyle ka-
yıtlı olmayan.
hak:
do€ruluk, gerçek, haki-
kat.
hilkat:
yaratılış.
hilkat-i âlem:
âlemin yaratılı-
şı.
hüküm:
karar, emir.
hüsn-i intizam:
güzel bir dü-
zen, intizamın güzelli€i.
hüsün:
güzellik.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
ihata:
kuşatma, içine alma.
intizam:
düzenlilik, düzgün-