(1)
m
án
Äp
ªn
M m
ør
«n
Y »/
a
(
o
¢ùr
ªs
°ûdG
)
o
Üo
ôr
¨n
J
ve eşbahı, hem de
(2)
x
ôn
?n
à°r
ùo
ªp
d …/
ôr
én
J o
¢ùr
ªs
°ûdGn
h
ve nezairi bu üslûba birer
mecradır.
(3)
p
¬«/
a n
Ör
jn
Q n
’ o
ÜÉn
àp
µr
dG n
?p
d'
P
Hatime
sa’b olan bir kelâmın iğlâk ve işkâli, ya lâfız ve üslû-
bun perişanlığından neş’et eder –bu kısım kur’ân-ı Vazı-
hülbeyan’a yanaşmamıştır– veyahut mananın dakik, de-
rin veyahut kıymettar veyahut gayr-i me’lûf, gayr-i meb-
zul olduğundan, güya fehme karşı nazlanmak ve şevki
arttırmak için kendini göstermemek ve kıymet ve ehem-
miyet vermek ister –müşkülât-ı kur’âniye bu kısımdan-
dır.
Tembih
Hadis-i şerifte varit olduğu gibi, her ayetin birer zahir
ve bâtın; ve her zahir ve bâtının birer had ve muttalaı; ve
her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır.
(4)
Ulûm-i İslâmiye buna şahittir. Bu meratibin her birinin
birer derecesi, birer kıymeti, birer makamı vardır; temyiz
lâzımdır. Lâkin tezahüm yoktur. Fakat, iştibak iştibahı
intaç eder. Nasıl daire-i esbap daire-i akaide karıştırılsa,
ya tevekkül namıyla bir betalet veya müraat-ı esbap na-
mıyla bir itizali intaç eder; öyle de, devair ve meratip tef-
rik olunmazsa, böyle neticeleri verir.
MuhakeMat | 71 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
had:
sınır.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hatime:
son söz.
i€lâk:
sözü karışık ve anlaşılmaz
bir şekilde söyleme.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
işkâl:
müşküllük, güçlük, zorluk.
iştibah:
fark edilmeyecek dere-
cede benzeme.
iştibak:
karışma, karşılıklı birbiri-
ne geçmek.
itizal:
Ehl-i Sünnet ve inançların-
dan ayrılan takım ve onun mez-
hebi, mutezile.
kelâm:
söz.
kıymet:
de€er.
kıymettar:
kıymetli, de€erli.
kur’ân-ı Vazıhülbeyan:
anlatımı
apaçık olan Kur’ân-ı Kerîm.
lâfız:
söz, kelime.
makam:
yer, mevki.
mecra:
bir işin gidiş, oluş yolu,
oluş şekli.
meratip:
mertebeler, basamak-
lar.
muttala:
anlaşılma sahası.
müraat-ı esbap:
sebeplere ria-
yet, sebepleri gözetmek.
müşkilât-ı kur’âniye:
Kur’ân’a
ait müşkiller, zorluklar; manası
derin bir tefekkür neticesi ancak
anlaşılabilen ayetler.
nam:
ad.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nezair:
nazireler, benzerler.
sa’b:
güç, zor, çetin.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
şücun:
dallar, budaklar.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
temyiz:
inceleyip seçme, ayırdet-
me.
tenbîh:
uyarı, ihtar.
tevekkül:
bir işi gerçekleşmesi
için gereken çalışmayı ve çabayı
gösterip sebeplere başvurduktan
sonra işi Allah’a bırakma.
tezahüm:
sıkışıklık, zahmetlilik.
ulûm-i ‹slâmiye:
‹slâmî ilimler.
üslûp:
ifade yolu, kendine has
ifade veya yazı tarzı.
varit:
gelen, ulaşan, erişen.
zahir:
açık, görünür.
1.
Güneş hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurup etti. (Kehf Suresi: 86.)
2.
Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yâsin Suresi: 38.)
3.
Şu yüce kitap ki, onda asla şüphe yoktur. (Bakara Suresi: 2.)
4.
Münavî, Feyzü’l-Kadîr, 3:54; İbniHibban, Sahîh, 1: 146.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
bâtın:
iç mana, açık ve görü-
nür mananın içindeki asıl ma-
na, yalnız kabiliyeti olanların
anlayabildi€i hakikat.
betalet:
tembellik, işsizlik.
daire-i akaid:
iman, inanç da-
iresi.
daire-i esbap:
sebepler daire-
si, sebep ve kanunların bu-
lundu€u yer olan maddî
âlem, fiillerin, işlerin, oluşların
sebeplere ba€landı€ı âlem.
dakik:
ince ve derin.
devair:
daireler.
ehemmiyet:
önem, de€er,
kıymet.
eşbâh:
benzeyenler, eşler,
misiller.
fehim:
anlayış.
gayr-i me’lûf:
alışılmışın dı-
şında, alışılmamış.
gayr-i mebzul:
çok olmayan,
fazla kullanılmayan.
gusun:
dallar, filizler.
güya:
sanki.