Bu üçüncü kaziyede ihtilâfat feveran ederler. kàl ü kıyl
buna şahittir. Bunu inkâr eden adam, eğer içtihat ile ol-
sa, ne mükâbirdir ve ne küfre gider. zira âmm, bir has-
sın intifasıyla müntefî değildir. Binaenaleyh, her eve
kendi kapısıyla gitmek lâzımdır. zira, her evin bir kapısı
var; ve her kilidin bir anahtarı vardır.
Hatime
Bu üç kaziye, hadiste cereyanı gibi, ayette de cereyan
eder. zira umumîdir. Fakat, kaziye-i ûlâda bir fark-ı da-
kik vardır. Ve bundan başka, bir kelâmda çok ahkâm-ı
zımniye bulunur; fakat hususîdir. Her biri ayrı bir asıl; ay-
rı bir semeresi olabilir.
Tembih
İltizam-ı hilâf ve taassub-i barit ve meylü’t-tefevvuk ve
hiss-i taraftarlık ve vehmini bir asla irca ile kendine özür
göstermek, arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavî gör-
mek ve gayrın tenkısıyla kendi kemalini göstermek ve gay-
rı tekzip veya tadlil etmekle kendi sıdk ve istikametini ilân
etmek gibi sefil ve süflî emirlerin menşei olan hubb-i nefis
ile böyle makamlarda mugalâta ederek çok bahaneler
bulabilir.
(1)
»'
µ`n
à°r
ûo
ªr
dG $G »n
dp
Gn
h
®
MuhakeMat | 73 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
ihtilâfat:
ayrılıklar, anlaşmazlık-
lar, uyuşmazlıklar.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iltizam-ı hilâf:
zıtlaşma ve karşı
durmayı gerekli görmek.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
intifa:
ortadan yok olma, aradan
çıkma.
irca:
eski hâline getirme, eski du-
rumuna getirme.
istikamet:
do€ruluk; inanç, dü-
şünce, niyet, tutum ve davranışta
Allah’ın rızasına uygun olarak
do€ru yol üzere olma.
kàl u kıyl:
“dedi, denildi” şeklin-
deli nakiller.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kaziye:
önerme, hüküm.
kaziye-i ulâ:
birinci hüküm, ön-
ceki hüküm.
kelâm:
söz.
kemal:
olgunluk, mükemmellik.
küfür:
Allah’ın varlı€ına, birli€ine
inanmama, müşriklik, imansızlık.
makam:
yer.
menşe:
esas, kaynak.
meylüttefevvuk:
başkalarına
nispetle üstünlük elde etme
meyli, iste€i.
mugalâta:
yanıltıcı söz söyleme,
yanıltıcı konuşma.
muvafık:
uygun, münasip.
mükâbir:
kendini büyük gören,
haksız oldu€u hâlde hak iddiasın-
da bulunan.
müntefî:
intifa eden, yok olan,
sönen, görünmez olan.
sefil:
alçak, aşa€ılık.
semere:
meyve, güzel netice.
sıdk:
do€ruluk.
süflî:
aşa€ılık, baya€ı, âdi.
taassub-ı barit:
hoş olmayan, so-
€uk taassup.
tadlil:
dalalette göstermek.
tekzîp:
yalanlama, yalan oldu€u-
nu söyleme.
tenbîh:
uyarı, ihtar.
tenkis:
noksanlaştırma.
umumî:
genel.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
ahkâm-ı zımniye:
gizlenmiş
hükümler, bir hükmün içinde
saklı bulunan başka hüküm-
ler.
âmm:
genel, umumî.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
fark-ı dakik:
ince fark, ancak
dikkatle bakılınca anlaşılabi-
len fark.
feveran:
kaynama, fışkırma.
gayr:
başka.
hadis:
Hz. Muhammed’e
(asm) ait söz, emir, fiil veya
Hz. Peygamberin onayladı€ı
başkasına ait söz, iş veya
davranış.
hâs:
hususî, mahsus, özel.
hatime:
son söz.
hiss-i taraftarlık:
taraftar ol-
ma duygusu.
hubb-i nefis:
nefsini sevmek,
nefse düşkünlük.
hususî:
özel.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î
esaslar dahilinde Kur’ân ve
sünnete uygun şekilde bir
konuda fikir ortaya koymala-
rı, hüküm vermeleri.
1.
Şikâyetim ancak Allah’adır.