evet, gözleri açan, yalnız nücum-i kur’âniyedir. öyle
nücum-i sakıbedirler ki, cehlin zulmünü ve nazar-ı sathî-
nin zulümatını def ettikleri gibi; âyât-ı beyyinat, yed-i
beyza ile, ülfet ve sathıyetin hicaplarını ve zahirperestli-
ğin perdesini parça parça ederek, ukulü, âfâk ve enfüsün
hakaikına tevcih edip irşat etmişlerdir.
Hem de meylü’l-mübalâğatı tevlit eden, beşerin kendi
meylini kuvveden fiile çıkarmasına meyelan-ı fıtriyesidir.
zira, meyillerinden birisi, hayret verecek acib şeyleri gör-
meye ve göstermeye ve teceddüde ve icada olan meyli-
dir. Buna binaen, vakta beşer, nazar-ı sathî ile kâinat
kaplarında ülfet kapağı altında olan gıda-i ruhanîyi zevk
edemediğinden, kabı ve kapağı yalamakla usanmak ve
kanaatsizlik ve harikulâdeye meyil ve hayalâta iştihadan
başka netice vermediğinden, meyl-i harikulâde ile ya te-
ceddüt veya terviç için meylü’l-mübalâğa tevellüt eder. o
mübalâğa ise, dağ tepesinde bir kartopu gibi yuvarla-
makla tâ hayalin yüksek zirvesinden lisana kadar teker-
lense, sonra lisandan lisana yuvarlanıp giderken kendi
hakikatinin çok parçalarını dağıtmakla beraber, her li-
sandan meylü’l-mübalâğa ile çok hayalâtı kendine top-
lar, şape gibi büyür. Hatta kalbe değil, belki sımahta,
belki hayalde bile yerleşemiyor. sonra bir nazar-ı hak
gelir, onu tecrit etmekle çıplak ederek, tevabiini dağıtıp
aslına irca eder. “Hak gelir, batıl ölür” sırrı da zahir olur.
Ezcümle:
Bugünlerde bir hikâye buna misal olabilir.
Fahrolmasın, zaman-ı sabavetimden beri üssülesas-ı
meslekim, ifrat ve tefrit ile hakaik-ı İslâmiyet’e sürülen
MuhakeMat | 75 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
lisan:
dil.
meyelân-ı fıtriye:
fıtrî meyil, ya-
ratılıştan gelen istek ve yöneliş.
meyil:
bir tarafa do€ru e€ilme,
yönelme.
meyl-i harikulâde:
ola€anüstü
yönelme.
meylü’l-mübalâ€a:
mübala€a
meyli, bir şeyi çok büyük veya
çok küçük gösterme arzusu.
misal:
örnek.
mübalâ€a:
bir şeyi tarif ve tasvir
ederken ya oldu€undan fazla ya
da eksik gösterme, abartma sa-
natı.
nazar-ı hak:
gerçe€i gören göz.
nazar-ı sathî:
yüzeysel bakış,
dikkatsizce yapılan inceleme.
nücum-i kur’âniye:
Kur’ân’ın yıl-
dızları.
nücum-i sakıbe:
ışı€ıyla karanlı€ı
yarıp geçen yıldızlar.
sathiyet:
sathîlik, yüzeysellik.
sımah:
kulak.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
şâpe:
yuvarlandıkça büyüyen kar
kütlesi, çı€.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
tecrit:
soyma, çıplak bırakma.
tefrit:
ortalamanın altında kalma,
tersine aşırılık, ifratın zıddı.
terviç:
revaç verme, kıymet ve
de€erini arttırma.
tevabi:
bir merkeze ba€lı olan
yerler veya şeyler.
tevcih:
yöneltme, çevirme.
tevellüt:
do€ma, do€um.
tevlit:
do€urma, sebep olma.
ukul:
akıllar, zihinler, uslar.
ülfet:
alışma, alışkanlık.
üssü’l-esas-ı meslek:
mesle€in
hakikî ve sa€lam temelleri.
vakta:
ne zaman, ne vakit.
yed-i beyza:
Hz. Mûsa’nın (a.s.) Fi-
ravuna karşı mu’cize olarak par-
lak görünen eli.
zahir:
açık, âşikar.
zahirperest:
dış görünüşe kıymet
veren, dış görünüşe dikkat edip iç
yüze aldırış etmeyen.
zaman-ı sabavet:
çocukluk za-
manı.
zulm:
haksızlık, eziyet.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
afak:
bütün dünya, gözle gö-
rülen âlem.
âyât-ı beyyinat:
apaçık ayet-
ler, deliller veya işaretler.
batıl:
boş ve manasız olan,
gerçe€e uymayan, do€ru ve
haklı olmayan.
beşer:
insan, insanlık.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
enfüs:
nefisler, insanın iç
dünyası.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
fahr:
övünme.
gıda-i ruhanî:
maddî olma-
yan, ruhu besleyen gıda.
hak:
do€ruluk, gerçek, haki-
kat.
hakaik:
hakikatler, do€rular,
gerçekler.
hakaik-ı ‹slâmiyet:
‹slami-
yet’e ait hakikatler, gerçekler.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
harikulâde:
ola€anüstü.
hayalât:
hayaller, hülyalar.
hicap:
perde, örtü.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme.
irca:
eski hâline getirme, eski
durumuna getirme.
irşat:
do€ru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
iştiha:
fazla istek, arzu.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kanaat:
elindeki ile yetin-
mek.
kuvve:
gerçekleşmemiş, fa-
kat gerçekleşme imkânı ve
ihtimali olan potansiyel.