On Birinci Mukaddeme
kelâm-ı vahidde ahkâm-ı müteaddide olabilir. Bir sa-
def, çok cevahiri tazammun edebilir. zevi’l-elbabca mu-
karrerdir: kaziye-i vahide müteaddit kazayayı tazammun
eder. o kaziyelerin her biri ayrı birer madenden çıktığı
gibi, ayrı ayrı birer semere de verir. Birbirinden fark et-
meyen, haktan bîgâne kalır. Meselâ, hadiste denilmiş:
(1)
p
ør
«n
JÉn
¡n
c o
án
YÉs
°ùdGn
h Én
fn
G
Yani,
“Ben ve kıyamet, bu iki par-
mak gibiyiz.”
Mabeynimizde tavassut edecek peygamber
yoktur. Veya hadisin muradı ne ise haktır. Şimdi bu ha-
dis üç kaziyeyi mutazammındır:
BİRİNCİSİ:
“Bu kelâm peygamberin kelâmıdır.” Bu
kaziye ise, tevatürün –eğer olsa– neticesidir.
İkİNCİSİ:
“kelâmın mana-i muradı hak ve sadıktır.”
Bu kaziye ise, mu’cizelerden tevellüt eden bürhanın ne-
ticesidir.
Bu ikisinde ittifak etmek gerektir. Fakat birincisini in-
kâr eden, mükâbir, kâzip olur. İkincisini inkâr eden
adam dalâlete gider, zulmete düşer.
ÜçÜNCÜ kaZİYE:
“Bu kelâmda murat budur ve bu
sadefte olan cevher budur; ben gösteriyorum.” Bu kazi-
ye ise, teşehhi ile değil, içtihadın neticesidir. zaten müç-
tehit olan, başka müçtehidin taklidine mükellef değildir.
ahkâm-ı müteaddide:
çeşitli hü-
kümler.
bigâne:
kayıtsız, alâkasız, ilgisiz.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cevahir:
cevherler, elmaslar, kıy-
metli taşlar.
cevher:
esas, maya, öz.
dalâlet:
iman ve ‹slamiyetten ay-
rılmak, azmak.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, fiil veya Hz. Peygambe-
rin onayladı€ı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
hak:
do€ruluk, gerçek, hakikat.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î esas-
lar dahilinde Kur’ân ve sünnete
uygun şekilde bir konuda fikir or-
taya koymaları, hüküm vermele-
ri.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
ittifak:
birleşme, fikir birli€i etme.
kazaya:
kaziyeler, hükümler.
kâzip:
yalancı, yalan söyleyen.
kaziye:
önerme, hüküm.
kaziye-i vahide:
tek hüküm.
kelâm-ı vahid:
tek bir kelâm,
söz.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
mabeyn:
ara.
maden:
asıl, esas, kaynak.
mana-i murat:
istenen mana, ar-
zu edilen mana, ifade edilmek is-
tenen mana.
meselâ:
örne€in.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların aciz kaldı€ı şey.
mukaddeme:
başlangıç.
mukarrer:
kesinlik kazanmış hü-
küm.
murad:
maksat, meram.
mutazammın:
içine alan, kapsa-
yan, havi.
müçtehit:
ayet ve hadislerden
şer’î hükümler çıkarabilen,
gerekli bütün ehillik şartları-
na sahip olan, geniş ve derin
bilgili din âlimi.
mükâbir:
kendini büyük gö-
ren, haksız oldu€u hâlde hak
iddiasında bulunan.
mükellef:
sorumlu ve yü-
kümlü olan.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek ‹lahî emir ve
yasakları insanlara tebli€
eden elçi, nebi.
sadef:
sedef, inci kabu€u.
sadık:
do€ru, gerçek.
semere:
meyve, güzel netice.
tavassut:
vasıta olma, aracı
olma.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
teşehhi:
yapmacık istekler,
arzular.
tevatür:
içinde yalan ihtimali
bulunmayan ve birbirlerine
kuvvet veren haberlerden
oluşan büyük bir toplulu€a
ait haber.
tevellüt:
do€ma, do€um.
zevi’l-elbab:
akıllı kimseler,
akıl sahipleri.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nu-
rundan mahrum olma hâli.
1.
Buharî, Rikak: 39, Tefsir: 79, Sure: 1, Fiten: 132-135; Tirmizî, Fiten: 39; Müsned, 3:124, 130,
131, 193, 218, 222, 237, 278, 311, 4:309, 5:92, 103, 108, 330, 335, 338.)
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
| 72 | MuhakeMat