kabiliyatı ve müyulâtı abes ve beyhude olmaklı€ı istilzam
eder. Abes ise, istikra-i tamma münakız oldu€u gibi, sâ-
ni-i Hakîm’in hikmetine dahi muarız ve nebî-i sadıkın
hükmüne de muhaliftir.
evet, istikbal bu davaların bir kısmını tasfiye edecektir.
Fakat, tamam tasfiyesi ise ahirette görülecektir. fiöyle:
eşhastan kat-ı nazar, nev’î ve umumî hüsün ve hakkın
meydan-ı galebesi istikbaldir. Biz ölsek, milletimiz bâkî-
dir. kırk sene ile razı de€iliz, en ekall bin sene galebeyi
isteriz. lâkin hem şahsî, hem umumî, hem cüz’î, hem
küllî olan hüsün, hak ve hayır ve kemalin meydan-ı ga-
lebesi ve mahkeme-i kübrası ve beşeri sair ihvanı olan
kâinat-ı muntazama gibi tanzim ve istidadıyla mütenasip
tecziye ve mükâfat veren, yalnız dâr-ı ahirettir. zira, on-
da hak ve adalet-i mahza tecelli edecektir.
evet, bu dar dünya, beşerin cevherinde mündemiç
olan istidadat-ı gayr-i mahduta ve ebed için mahlûk olan
müyulât ve arzularının sünbüllenmesine müsait de€ildir.
Beslemek ve terbiye için başka âleme gönderilecektir.
‹nsanın cevheri büyüktür, mahiyeti âliyedir, cinayeti da-
hi azîmdir, intizamı da mühimdir; sair kâinata benzemez,
intizamsız olamaz. evet, ebede namzet olan büyüktür;
mühmel kalamaz, abes olamaz, fena-i mutlak ile mah-
kûm olamaz, adem-i sırfa kaçamaz. Cehennem a€zını,
cennet dahi a€uş-i nazendarânesini açıp bekliyorlar.
MuhakeMat | 65 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istikbal:
gelecek zaman.
istikra-ı tam:
olaylardaki ortak
vasıflara dikkat ederek tam bir
netice çıkarmak, etraflı ve tam bir
bilgi almak.
istilzam:
gerektirme.
kabiliyât:
kabiliyetler, istidatlar,
yetenekler.
kâinat-ı muntazama:
nizamlı, in-
tizamlı, düzenli kâinat.
kat-ı nazar:
bakışı kesme, bak-
mama, alâkayı kesme.
kemal:
olgunluk, mükemmellik.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteli€i.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bütün
insanların diriltilerek Allah huzu-
runda hesaba çekilece€i mahke-
me.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
meydan-ı galebe:
galip gelinen
meydan, galibiyet yeri.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
muhalif:
muhalefet eden, bir fiil
ve düşünceye karşı zıt düşünce-
de bulunan.
mühmel:
ihmal edilmiş, bırakıl-
mış; önemsiz.
mükâfat:
ödül.
münâkız:
birbirini tutmayan, bir-
birini nakzeden, karşıt olan; zıtlık.
mündemiç:
bir şeyin içinde bulu-
nan, saklı olan.
mütenasip:
orantılı, nispetli.
müyûlât:
meyiller.
Nebî-i Sadık:
sözünde, işinde ve
vaadinde do€ru olan nebi; Hz.
Peygamber (s.a.v).
nev’î:
nev ile ilgili, nev’e ait, çeşit-
le ilgili.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
sâir:
di€er, başka, öteki.
Sâni-i hakîm:
hikmet sahibi olan,
her şeyi sanatla ve hikmetle ya-
ratan Allah.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
tanzim:
düzenleme, tertipleme.
tasfiye:
saflaştırma, arındırma;
çeşitli sebeplerden dolayı bir çok
kişi veya grubun görevine son
verme.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tecziye:
cezalandırma, ceza ver-
me.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme, e€itme.
umumî:
genel.
abes:
boş saçma, lüzumsuz
ve gayesiz iş.
adalet-i mahza:
tam adalet,
gerçek, kusursuz adalet; top-
lumun selâmeti için ferdin
cüz’î hukukunun feda edile-
meyece€ini esas alan adalet
anlayışı.
adem-i sırf:
yokluk, yoklu€a
mahkûm.
a€uş-i nazdarâne:
nâzik ve
nazenin kucak.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem:
dünya.
âliye:
yüksek, yüce.
azîm:
büyük.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
beşer:
insan, insanlık.
beyhude:
boşuna, faydasız.
cevher:
esas, maya, öz.
cinayet:
suç.
cüz’î:
küçük, az.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ebed:
sonu olmayan gelecek
zaman, sonsuzluk, daimîlik.
ekal:
daha az, en az, pek az,
en küçük.
eşhas:
şahıslar, kimseler.
fenâ-i mutlak:
sonsuz yok
oluş, mutlak yok oluş.
hikmet:
‹lahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hüküm:
karar, emir.
hüsün:
güzellik.
ihvan:
kardeşler.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
intizamsız:
düzensiz, düzgün
olmama.
istidadat-ı gayr-ı mahdut:
sı-
nırsız kabiliyetler.