Altıncı Mukaddeme
Meselâ,
tefsirde mezkûr olan her bir emir tefsirden ol-
mak lâzım gelmez. İlim ilme kuvvet verir; tahakküm et-
memek şarttır.
• Şöyle müsellemattandır ki:
Hendese gibi bir sanatta
mahir olan zat, tıp gibi başka sanatta âmî ve tufeyli ve
dâhil olabilir.
• Ve kavaid-i usuliyedendir ki:
Fakih olmayan, velev ki
usulü’l-fıkıhta müçtehit olsa, icma-ı fukahada muteber
değildir. Zira o, onlara nispeten âmîdir.
• Hem de, hakaik-ı tarihiyedendir ki:
Bir şahıs çok
fenlerde meleke sahibi ve mütehassıs olamaz. Ancak
ferit bir adam, dört veya beş fenlerde mütehassıs olabilir.
Umuma el atmak, umumu terk etmek demektir. Bir
fende meleke, o fennin suret-i hakikiyesidir; onunla
temessül etmek gerektir.
zira bir fende mütehassıs ve
malûmat-ı sairesini mütemmime ve medet verici etmez
ise, malûmat-ı perişanından bir suret-i acibe temessül
edecektir.
Tenvir için bir latife-i faraziyedir:
Nasıl ki, başka alemden bu küreye gelen tasvirci bir
nakkaş farz olunsa: Hâlbuki, ne insanı ve ne insanın gay-
rısını, tam suretini görmemiş; belki her birisinden bazı
azasını görmekle insanın tasviri veyahut gördüğü eşyanın
âlem:
varlık tabakalarından her
biri.
âmî:
bilgisiz, cahil.
aza:
organlar, uzuvlar.
dahil:
karışma, girme.
emir:
iş, şey, husus.
fakih:
‹slâm hukukçusu, fıkıh âli-
mi, fıkıh bilgini.
farz:
bir netice elde etmek için
gerçek olarak kabul edilen bir
tahminde bulunma.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
ferit:
tek, eşsiz, eşi olmayan; kı-
yas kabul etmez, üstün.
gayr:
başka, di€er.
hakaik-ı tarihiye:
tarihî gerçek-
ler.
hendese:
geometri.
icma-ı fukaha:
fıkıh ilmiyle u€ra-
yanların şeriata ait bir mesele
üzerinde aynı görüşte birleşmele-
ri.
ilim:
bilme, bilgi.
kavaid-i usuliye:
usûle ait kaide-
ler, kurallar.
küre:
dünya, yeryüzü.
lâtife-i faraziye:
kabul edilen
ince hoş mesele.
mahir:
maharetli, becerikli.
malûmat-ı perişan:
perişan karı-
şık durumdaki bilgiler.
malûmat-ı saire:
di€er, başka bil-
giler.
medet:
inayet, yardım, imdat.
meleke:
bir şeyi çok kez tekrarla-
yarak ve tecrübe ederek meyda-
na gelen bilgi ve maharet.
meselâ:
örne€in.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muteber:
güvenilir, geçerlili€i
olan.
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
| 48 | MuhakeMat
müçtehit:
ayet ve hadisler-
den şer’î hükümler çıkarabi-
len, gerekli bütün ehillik şart-
larına sahip olan, geniş ve de-
rin bilgili din âlimi.
müsellemat:
herkesçe kabul
ve tasdik edilen bilgiler.
mütehassıs:
bir ilim dalında
veya bir meslekte derin bilgi
sahibi olan, uzman.
mütemmime:
itmam eden,
tamamlayan.
nakkaş:
nakış işi yapan, nakış
işleyen kimse.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
suret:
biçim, görünüş.
suret-i acibe:
tuhaf suret, şe-
kil.
suret-i hakikiye:
gerçek şe-
kil, görünüş.
tahakküm:
zorla hükmetme,
hükmü altına alma.
tasvir:
resmini yapma.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan ki-
tap.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
tenvir:
bir şey hakkında bilgi
verme, bir konu hakkında
başkalarını aydınlatma.
tufeylî:
başkalarının sırtından
geçinen, asalak.
umum:
bütün, hepsi.
usulü’l-fıkıh:
fıkıhla ilgili hü-
kümlere ulaşırken, müctehi-
din dayanaca€ı kaynakları ve
bu kaynaklardan hüküm çı-
karma yollarını gösteren ilim,
fıkıh metodolojisi.
velev:
olsa da bile, hatta, is-
ter.
zat:
kişi, şahıs.