Üçüncüsü:
tahakküm-i zahirî, kahır ve cebir ile
mümkündür. Fakat efkâra galebe etmek, hem de ervaha
tahabbüp ve tabayia tasallut, hem de hâkimiyetini vic-
danlar üzerine daima muhafaza etmek, hakikatin hassa-i
farikasıdır. Bu hassayı bilmezsen, hakikatten bigânesin.
Dördüncüsü:
tergip veya terhip hilesiyle, ancak yal-
nız bir tesir-i sathî edip ve akla karşı sedd-i turuk edecek-
tir. Şu hâlde a’mak-ı kulûba nüfuz ve erakk-ı hissiyatı
tehyiç ve şükûfmisal olan istidadatı inkişaf ettirmek ve
kâmine ve naime olan seciyeleri ikaz ve tembih ve cev-
her-i insaniyeti feverana getirmek ve kıymet-i natıkıyeti
izhar etmek, şua-i hakikatin hassasıdır.
evet, kasavet-i mücessemenin misal-i müşahhası olan
“ve’d-i benat” gibi umurlardan kalblerini taskil etmesi ve
rikkat-i letafetin lem’ası olan hayvanata merhamet, hat-
ta karıncaya şefkat gibi umur ile tezyin etmesi, öyle bir
inkılâb-ı azîmdir –hususan öyle akvam-ı bedevîde– ki,
hiçbir kanun-i tabiiyeye tevfik olmadığından, harikulâde
olduğu musaddak-kerde-i erbab-ı basirettir. Basiretin
varsa tasdik edeceksin.
Şimdi Noktayı dinle
:
İşte tarih-i âlem şahadet eder
ki: en büyük dâhî odur ki, bir veya iki hissin ve seciyenin
ve istidadın inkişafına ve ikazına ve feverana getirmesine
muvaffak olsun. zira, öyle bir hiss-i naim ikaz edilmezse,
sa’y hebaen gider ve muvakkat olur. İşte en büyük dâhî
ancak bir veya iki hissin ikazına muvaffak olabilmiştir.
ezcümle: Hiss-i hürriyet ve hamiyet ve muhabbet.
kahır:
büyük eziyet, cefa, zulüm.
kâmine:
gizli, saklı, potansiyel.
kanun-i tabiiye:
tabiat kanunu.
kasavet-i mücesseme:
kalb katı-
lı€ının cisimleşmiş şekli.
kıymet-i natıkiyet:
konuşabil-
menin de€eri, söz söylemekli€in
de€eri.
lem’a:
parıltı.
misal-i müşahhas:
açıkça görü-
nen misal, açıkça görünen örnek.
muhabbet:
insanın manevî haz
aldı€ı veya kendisinde hayır ve
olgunluk gördü€ü bir şeye mey-
letmesi.
muhafaza:
koruma.
musaddakgerde-i erbab-ı basi-
ret:
hakikati hissedip anlayan ki-
şilerin tasdik ve kabulüne maz-
har olmuş.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muvakkat:
geçici.
naime:
uyuyan, uykuda bulunan.
nüfuz:
içe geçme, işleme.
rikkat-i letafet:
merhamet, şef-
kat acıma duygusu.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
seciye:
karakter, huy, tabiat.
sedd-i turuk:
yolları kapatan set.
şua-ı hakikat:
hakikatten uzanan
ışık huzmeleri, telleri.
şükûfmisal:
çiçek gibi, gonca gibi.
tabayi:
mizaçlar, tabiatlar, huylar,
yaratılışlar.
tahabbüp:
Sevgi gösterme, mu-
habbet etme.
tahakküm-i zahirî:
görünüşteki
istibdat, baskı; fikirlere, ruhlara
tesir edemeyen kaba güç ile elde
edilebilen istibdat, baskı.
tarih-i âlem:
dünya tarihi.
tasallut:
birini rahatsız etme, mu-
sallat olma, hükmü altına alma.
tasdik:
do€rulama, onaylama.
taskil:
cilâ vurma, cilâlama.
tehyiç:
heyecanlandırma, heye-
cana getirme.
tembih:
uyarma, ikaz.
tergip:
ra€bet verme, isteklendir-
me.
terhip:
korkutma, sakındırma.
tesir-i sathî:
dışa tesir etme, içe
karışamama.
tevfik:
uygun düşürme, bir şeyi
uygun duruma getirme.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
umur:
işler.
ve’d-i benat:
cahiliyet devri
Arablarındaki kızlarını diri diri
gömme âdeti.
MuhakeMat | 201 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
a’mak-ı kulûb:
kalblerin de-
rinlikleri.
akvam-ı bedevî:
göçebe ha-
linde yaşayan kavimler.
basiret:
kalb gözüyle görme,
do€ru ve ölçülü görüş.
bigâne:
kayıtsız, alâkasız, ilgi-
siz.
cebir:
zorlama.
cevher-i insaniyet:
insanlık
cevheri, insanlık hasletleri,
özellikleri.
efkâr:
düşünceler, fikirler.
erakk-ı hissiyat:
duyguların
en inceleri, gizli hisler, ince
duygular.
ervah:
ruhlar, canlar.
feveran:
kaynama, fışkırma.
galebe:
galip gelme, yenme.
hakikat:
gerçek.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hük-
mediş, egemenlik.
hamiyet:
insanda bulunan
din, millet, bayrak, vatan gibi
mukaddes de€erler ile kendi
aile ve yakınlarını koruma
duygusu ve gayreti.
hassa:
bir şeye mahsus olan
özellik, nitelik.
hassa-i farika:
fark edici,
ayırt edici özellik.
hebaen:
boşu boşuna.
hiss-i hürriyet:
hür olma
duygusu.
hiss-i naim:
uyku halindeki
hisler.
inkılâb-ı azîm:
büyük inkılâp,
büyük ve köklü de€işiklik.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfo-
lunma; gelişme.
istidadat:
istidatlar, kabiliyet-
ler, yetenekler.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
izhar:
ortaya koyma, açı€a çı-
karma, gösterme.