Muhakemat - page 206

fenn-i tehzib-i ruh ve riyazetü’l-kalb ve terbiyetü’l-vicdan
ve tedbirü’l-ceset ve tedvirü’l-menzil ve siyasetü’l-mede-
niye ve nizamatü’l-âlem ve fennü’l-hukuk ve saire… lü-
zum görülen yerlerde tafsil ve lüzum olmayan veya ezha-
nın veya zamanın müstait ve müsait olmadığı yerlerde bi-
rer fezleke ile kavaid-i esasiyeyi vazederek tenmiye ve
tefriini ukulün meşveret ve istinbatatına havale etmiştir
ki, bu fünunun mecmuuna değil, belki ekalline, on üç
asır terakkiden sonra, en medenî yerlerde, en harika ze-
kâ ile mevsuf olanlar, takat-i beşerin haricinde –bahusus
o zamanda– olduğunu tasdikten vicdan-ı munsıfâne seni
menedemiyor.
İşte, fazl odur ki, a’da ona şahadet ede. Yeni dünya-
nın en meşhur filozofu olan Carlyle, Almanya’nın meş-
hur bir hakîminden ve rical-i siyasiyesinden naklen diyor
ki: “o tetkikatından sonra kendi kendine sual ederek de-
miş: İslâmiyet böyle olursa acaba medeniyet-i hazıra ha-
kaik-ı İslâmiyet’in dairesinde yaşayabilir mi?” kendisi
kendine “evet” ile cevap veriyor. Şimdiki muhakkikler o
daire içinde yaşamaktadırlar. evvelki feylesof dahi diyor
ki: “Hakaik-ı İslâmiyet çıktıkları zaman, ateş-i cevval gi-
bi, hatabın parçalarına benzeyen sair efkâr ve edyanı
bel’ etti. Hem de hakkı vardır. zira başkaların safsatiya-
tından bir şey çıkmaz,” ilâahirihi…
evet, on üç asırdan beri o kadar dehşetli müsademata
karşı hakaikini muhafaza etmiştir. Belki bu müsademe,
keşmekeş, hakikat-i İslâmiyet’in omuzu üstüne türab-ı
hafayı terkik ve tahfif ediyor. neam, vücut ve hâl-i âlem
a’da:
düşmanlar.
asır:
yüzyıl.
ateş-i cevval:
hareketli ateş.
bahusus:
hususiyetle, en çok, he-
le.
bel’ etme:
ortadan kaldırma, yut-
ma, emme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
edyan:
dinler.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
ekal:
daha az, en az, pek az.
ezhan:
zihinler.
fazl:
iyilik, fazilet, erdem, lütuf.
fenn-i tehzib-i ruh:
ruhu süsle-
me ilmi, ahlâk ilmi.
fennü’l-hukuk:
hukuk bilgisi.
feylesof:
felsefeci, filozof.
fezleke:
özet, netice.
fünun:
fenler.
hakaik:
hakikatler, do€rular, ger-
çekler.
hakaik-ı ‹slâmiyet:
‹slamiyet’e
ait hakikatler, gerçekler.
hakikat-ı ‹slâmiyet:
‹slâmiyetin
aslı, esası, gerçe€i.
hakîm:
hikmet sahibi, çok bilgili,
bilge.
hâl-i âlem:
dünyanın vaziyeti,
âlemin durumu.
hatab:
odun.
ilââhirihi:
sonuna kadar.
istinbatat:
istinbatlar, meseleleri
derin tetkik neticesinde, kaynak-
ların anlamalar, söz veya işlerden,
gizli manaları ortaya koymalar.
kavaid-i esasiye:
temel kaideler.
keşmekeş:
karışık olma durumu,
karışıklık.
mecmu:
toplam, tüm.
medenî:
hayat tarzı, bilgi seviye-
si bakımından yüksek durumda
bulunan.
medeniyet-i hâzıra:
şimdiki me-
deniyet.
meşveret:
işlerin konuşup anlaş-
ma yoluyla halledilmesi, bir konu
hakkında çeşitli ve ehil şahıslar-
dan fikir alma.
mevsuf:
vasıflanmış, nitelenmiş.
muhafaza:
koruma.
muhakkik:
tahkik eden, gerçe€i
araştırıp bulan, bir şeyin iç yüzü-
nü inceleyerek vakıf olan.
müsademat:
müsademeler, çar-
pışmalar, vuruşmalar.
müsademe:
çarpışma, çatışma,
vuruşma.
müstait:
kabiliyetli; bir tarafa
meyli olan.
neam:
evet, do€ru.
u
nsuru
l
-a
kîde
| 206 | MuhakeMat
nizamatü’l-âlem:
dünya işle-
rinin düzenleri, dünya işleri-
nin düzenlenmeleri.
rical-i siyasiye:
siyasî kişiler,
siyaset adamları.
riyazetü’l-kalb:
kalb terbiye-
si, kalbi kötü arzu ve istekler-
den uzak tutma.
safsatiyat:
safsatalar, görü-
nüşte do€ru, hakikatte yanlış
ve yalan olan kıyaslar.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
sâir:
di€er, başka, öteki.
siyasetü’l-medeniye:
siyaset
ilmi, medenî âlemin siyaseti.
tafsil:
etraflıca bildirme, ay-
rıntılı anlatma.
tahfif:
hafifletme.
takat-i beşer:
insanın gücü,
takati.
tasdik:
do€rulama, onayla-
ma.
tedbirü’l-ceset:
vücut ve be-
denin yaratılışına uygun şe-
kilde sevk, idare ve bakımı.
tedvirü’l-menzil:
ev idaresi.
tefri:
asıl meseleden türlü
hükümler ve dallar çıkarma,
meseleyi dallandırıp budak-
landırma.
tenmiye:
büyütme, yetiştir-
me.
terakki:
yükselme, ilerleme.
terbiyetü’l-vicdan:
vidanın
terbiye edilmesi.
terkik:
inceltme.
tetkikat:
araştırmalar, incele-
meler.
türab-ı hafa:
gizlilik topra€ı.
ukul:
akıllar, zihinler, uslar.
vaz:
koyma, konulma.
vicdan-ı munsıfâne:
insaflı
olan vicdan.
vücut:
varlık
1...,196,197,198,199,200,201,202,203,204,205 207,208,209,210,211,212,213,214,215,216,...332
Powered by FlippingBook