Muhakemat - page 212

merdiven-i terakkinin basamakları hükmünde olan fünun
ise, müterettibe ve müteavine ve müteselsiledirler.
evet, müteahhirin in’ikadı, mütekaddimin teşekkülüne
vabestedir. demek, mukaddem olan fen, ulûm-i müteari-
fenin derecesine gelecek; sonra müteahhirîne mukadde-
me olabilir.
Bu sırra binaendir ki, şu zamanda temehhuz-i tecarüb-
le satha çıkıp ve tevellüt etmiş olan bir fennin faraza on
asır evvel bir adam tefhim ve talimine çalışsa idi, mağlâ-
ta ve safsataya düşürmekten başka bir şey yapamazdı.
Meselâ, denilse idi: “Şems’in sükûnuyla Arz’ın hareke-
tine ve bir katre suda bir milyon hayvanatın bulundukla-
rına temaşa edin; tâ sâniin azametini bilesiniz.” Cum-
hur-i avam ise, hiss-i zahir veya galat-ı hissin sebebiyle
hilâflarını zarurî bildikleri için, ya tekzip veya nefislerine
mugalâta veya mahsus olan şeye mükabere etmekten
başka ellerinden bir şey gelmezdi. teşviş ise, bahusus
onuncu asra kadar, minhac-ı irşada büyük bir vartadır.
ezcümle, sathıyet-i Arz ve deveran-ı Şems onlarca bedi-
hiyat-ı hissîden sayılırdı.
Tembih
Şu gibi meseleler, müstakbeldeki nazariyata kıyas
olunmaz. Zira, müstakbele ait olan şeylere hiss-i zahir
taallûk etmediği için, iki ciheti de muhtemeldir, itikat
olunabilir, imkân derecesindedir, itminan kabildir. Onun
hakk-ı sarihi, tasrih etmektir. Lâkin, hînâ ki hissin galatı
azamet:
büyüklük.
bahusus:
hususiyetle, en çok, he-
le.
bedihiyat-ı hissî:
hislerle anlaşı-
lan deliller, duygularla apaçık an-
laşılan şeyler.
cumhur-i avam:
avamın cumhu-
ru, halkın ço€unlu€u.
deveran-ı Şems:
Güneş’in dön-
mesi, deveranı.
faraza:
farz edelim ki, öyle saya-
lım ki, söz gelişi.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
fünun:
fenler.
galat:
yanılma, yanlışa düşme.
galat-ı his:
duyuştaki aldanış, his
yanılması.
hakk-ı sarih:
açık ve ortada olan
do€ru.
hayvanat:
hayvanlar.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
hînâ ki:
ne zaman ki, vakta ki.
hiss-i zahir:
açı€a çıkmış duygu,
zahir olan duygu.
hükmünde:
de€erinde, yerinde.
in’ikad:
akdedilme, karara varıl-
ma, karara ba€lanma.
itikat:
inanç, iman.
itminan:
inanma, güvenme, gö-
nül rahatlı€ı içinde tereddütsüz
kabul etme.
kabil:
mümkün, ihtimal dairesin-
de.
ma€lata:
mugalata, zihin karıştı-
racak boş, manasız ve saçma söz.
merdiven-i terakki:
ilerleme
merdiveni.
minhac-ı irşat:
irşat yolu.
mugalata:
yanıltıcı söz söyleme,
yanıltıcı konuşma.
muhtemel:
ihtimal dahilinde,
olabilir.
mükâbere:
kendini büyük gör-
me, büyüklük taslama.
mukaddem:
zaman bakımından
önce olan.
mukaddeme:
başlangıç, giriş.
müstakbel:
gelecek.
müteahhirîn:
sonradan gelenler,
son zamanlarda gelenler, sonra-
dan yetişenler.
müteavine:
yardımlaşan, birbiri-
ne yardım eden.
mütekaddimin:
kadim olanlar,
önceden gelenler.
müterettibe:
sıralanmış, sıra ve
tertibe girmiş.
müteselsile:
silsile halinde gelen,
birbirini takip eden, zincirleme
u
nsuru
l
-a
kîde
| 212 | MuhakeMat
uzayıp giden.
nazariyat:
nazariyeler, teori-
ler.
safsata:
gerçek dışı fikri kar-
şı tarafa kabul ettirmek için
başvurulan, görünüşte do€ru
gibi göründü€ü hâlde gerçek-
te yanlış olan kıyas.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
satıh:
bir şeyin dış tarafı, dış
yüzü.
sathiyet-i arz:
yeryüzünün
düz olması.
Şems:
Güneş.
sır:
gizli hakikat.
sükûn:
sakinlik, durgunluk,
hareketsizlik.
taallûk:
alâkalı, münasebetli
olma.
talim:
ders verme, ö€retme.
tasrih:
açıkça ifade ederek
şüphe ve tereddütleri silme.
tefhim:
anlatma, açıklama,
bildirme.
tekzip:
yalanlama, yalan ol-
du€unu söyleme.
temaşa:
bakma, bakıp sey-
retme.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
temehhuz-i tecarüb:
çeşitli
tecrübelerle bir şeyin safîleşip
kemale ermesi.
teşekkül:
kurulma, oluşma,
şekillenme.
teşviş:
karıştırma, karmakarı-
şık etme.
tevellüt:
do€ma, do€um.
ulûm-i mütearife:
herkesin
bildi€i ve tanıdı€ı ilimler.
vabeste:
e ba€lı, ilgili, bir şe-
yin arkasına ba€lı, ancak
onunla olabilir.
varta:
tehlike, büyük tehlike.
zarurî:
zorunlu
1...,202,203,204,205,206,207,208,209,210,211 213,214,215,216,217,218,219,220,221,222,...332
Powered by FlippingBook