Muhakemat - page 210

İkincisi:
Şeriatın maksud-i hakikîsi olan irşat ve tali-
me münafidir ki, fünun-i ekvanda bir derece ipham ve ıt-
lakatıdır.
Üçüncüsü:
tarik-ı kur’ân olan tahkik ve hidayete
muhaliftir. İşte o da bazı zevahiri delil-i aklînin hilâfına
imale edip, hilâf-ı vakıa ihtimalidir.”
ey birader! tevfik Allah’tandır. Ben de derim ki:
sebeb-i noksan gösterdiğin olan şu üç nokta teveh-
hüm ettiğin gibi değildir. Belki üçü de i’caz-ı kur’ân’ın
en sadık şahitleridir. İşte:
Birinci noktaya cevap:
zaten iki defa şu cevabı zım-
nen görmüşsün. Şöyle ki:
nasın ekseri cumhur-i avamdır. nazar-ı Şâri’de ekal
eksere tâbidir. zira avama müvecceh olan hitabı havas
fehm ve istifade ediyorlar; bilakis olursa, olamaz.
İşte, cumhur-i avam ise, me’lûf ve mütehayyelâtından
tecerrüt edip hakaik-ı mücerrede ve makulât-ı sırfeyi te-
maşa edemezler –meğer mütehayyelâtları dürbün gibi
tevsit etseler… Fakat mütehayyelâtın suretlerine hasr ve
vakf-ı nazar etmek, cismiyet ve cihet gibi muhal şeyleri
istilzam eder. lâkin nazar, o suretlerden geçerek hakai-
kı görüyor. Meselâ, kâinattaki tasarruf-i İlâhîyi sultanın
serir-i saltanatında olan tasarrufunun suretinde temaşa
edebilirler:
(1)
…'
ƒn
à°r
SG p
¢Tr
ôn
©r
dG n
¤ n
Y o
ø'
ªr
Ms
ôdn
G
gibi…
avam:
kültürlü, yüksek tabaka-
dan olmayan; cahil halk tabakası.
bilâkis:
aksine, tersine.
birader:
kardeş.
cihet:
yön.
cismiyet:
varlık, varlı€ı olmaklık.
cumhur-i avam:
avamın cumhu-
ru, halkın ço€unlu€u.
delil-i aklî:
akıl yolu ile bulunan
delil, nakil yolu ile olmadan, dü-
şünülerek bulunan delil.
ekal:
daha az, en az, pek az, en
küçük.
fehim:
anlayış.
fünun-i ekvan:
kâinata ait fenler,
ilimler.
hakaik:
hakikatler, do€rular, ger-
çekler.
hakaik-ı mücerrede:
duyu
organlarıyla
hissedilmeyen,
ancak akılla anlaşılan hakikatler.
hasr:
yalnız bir şeye mahsus kıl-
ma, vakfetme.
havas:
bilgi ve yaşayışça üstün
olanlar, önde gelenler.
hidayet:
do€ru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
hilâf-ı vakıa:
gerçe€e zıt, olaya
aykırı.
i’caz-ı kur’ân:
Kur’an’ın mucizeli-
€i, yüksek ve erişilmez ifadesi.
ipham:
sözün anlaşılamayacak
derecede kapalı olması.
imale:
bir tarafa meylettirme, bir
tarafa e€me.
irşat:
do€ru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
istilzam:
gerektirme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
maksud-i hakikî:
gerçek maksat,
asıl istenen şey.
makulât-ı sırfe:
sadece akılla
anlaşılanlar.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edilmiş.
muhal:
imkânsız.
münafi:
zıt, aykırı.
mütehayyelât:
hayal edilen şey-
ler.
müvecceh:
herkesin teveccüh
etti€i, makbul, münasip, do€ru,
uygun.
nâs:
insanlar.
nazar-ı Şâri:
nizam, düzen, kanun
koyan Cenab-ı Hakkın zatına has
bakışı.
sadık:
do€ru, gerçek.
sebeb-i noksan:
noksanlık, ek-
siklik sebebi.
serir-i saltanat:
saltanatın sürdü-
1.
O Rahman ki, hükümranlığı Arşı kaplamıştır. (Tâhâ Suresi: 5.)
u
nsuru
l
-a
kîde
| 210 | MuhakeMat
rüldü€ü yer, saltanatın maka-
mı.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tâbi:
bir şeye uyan.
tahkik:
do€ru olup olmadı€ını
araştırmak, inandı€ı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
talim:
e€itim, yetiştirme, ö€-
retme.
tarik-ı kur’ân:
Kur’ân yolu.
tasarruf:
idare etme, kullan-
ma.
tasarruf-i ‹lâhî:
Allah’ın faali-
yet ve icraatı, Cenab-ı Hakkın
yarattıklarını de€işik tarzla ne
şekilde murat etmişse, öyle-
ce kullanması.
tecerrüt:
soyunma, soyutlan-
ma, uzak olma.
temaşa:
hayretle ve dikkatle
bakma, seyretme.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizli€e ve korkuya düşme.
tevfik:
Allah’ın yardımı, başa-
rılı kılması.
tevsit:
vasıta kılma, araç
yapma.
vakf-ı nazar:
bakışı sadece
bir şeye has kılmak, bakışın
bir şeye odaklanması.
zevahir:
dış yüzler, dış görü-
nüşler, dış görünüş.
zımnen:
açıktan olmayarak,
dolayısıyla, üstü kapalı ola-
rak, kapalı bir şekilde.
1...,200,201,202,203,204,205,206,207,208,209 211,212,213,214,215,216,217,218,219,220,...332
Powered by FlippingBook