Biri de
inşikak-ı Kamer’dir. Güya kalb-i sema hükmün-
de olan Kamer, mübarek olan kalbiyle inşikakta bir mü-
nasebet peyda etmek için, sine-i saf ve berrakını müba-
rek parmağın işaretiyle iştiyaken şakk ve çak etmiştir.
Tembih
İnşikak-ı
Kamer
mütevatir-i
bilmanadır,
(1)
o
ôn
ªn
?r
dG s
?n
°ûr
fGn
h
olan ayet-i kerîme ile sabittir. Zira, hatta
Kur’ân’ı inkâr eden dahi bu ayetin manasına ilişmemiş-
tir. Hem de ihtimal vermeye şayan olmayan bir tevil-i za-
yıftan başka tevil ve tahvil edilmemiştir.
Vehim ve Tembih
İnşikak, hem anî, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem şu
zaman gibi asumana adem-i tarassut, hem vücud-i sehap,
hem ihtilâf-ı metali cihetiyle bütün âlemin görmeleri lâ-
zım gelmez ve lâzım değildir. Hem de, hemmatlâ olanlar-
da sabittir ki, görülmüştür. Birisi ve en birincisi ve en
kübrası olan Kur’ân-ı Mübîn’dir.
İşte sabıkan bir nebzesine ima olunan yedi cihetle,
i’cazı müberhendir, ilâahirihî… Sair mu’cizatı kütüb-i mu-
tebereye havale ediyorum.
Hatime
ey benim kelâmımı mütalâa eden zevat! geniş bir fi-
kirle ve müteyakkız bir nazarla ve muvazeneli bir basiret-
le, mecmu-i kelâmımı, yani mesalik-i hamseyi muhit
bölünmesi, Ay’ın yarılması; Hz.
Peygamberin müşriklere karşı
göstermiş oldu€u Ay’ın yarılıp iki-
ye ayrılma mu’cizesi.
iştiyaken:
fazla arzu ve şevk ile.
kalb-i sema:
gökyüzünün kalbi.
kamer:
Ay.
kelâm:
söz.
kübra:
en büyük.
kur’ân-ı Mübin:
hak ve hakikati
açıklayan Kur’ân.
mecmu-i kelâm:
sözlerin bütü-
nü, konuşmanın bir araya getiril-
miş hali.
mesalik-i hamse:
beş meslek,
yol.
kütüb-i mutebere:
itibar olunan,
kabul gören kitaplar.
mu’cizat:
mu’cizeler.
muhit:
ihata eden, kapsayan.
muvazene:
denge, ölçü.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müberhen:
delil ile ispatlanmış,
gerçekli€i delille belli edilmiş.
münasebet:
ilgi, ilişki, ba€.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, dikkatli okuma.
mütevatir-i bilmana:
nakledilen
bir haberin, başka ifade ve keli-
melerle, başka başka şekilde ifa-
de edilerek tevatür hâlin gelmesi.
müteyakkız:
uyanık bulunan,
basiretli.
nazar:
bakış, dikkat.
nebze:
bir parça, az miktar.
peyda:
meydana gelme, açı€a
çıkma.
sabıkan:
evvelce, bundan önce.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sair:
di€er, başka, öteki.
şak:
yarılma, ikiye ayrılma.
şayan:
de€er, layık, münasip.
sine-i saf ve berrak:
saf ve terte-
miz olan kalb.
tahvil:
de€iştirme, döndürme,
çevirme.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açıkla-
masında, geçerli bir delil veya se-
bepten dolayı, ayeti ilk bakışta
görünen manasından alıp, taşıdı€ı
di€er manalardan, bir veya birka-
çı ile tefsir etme.
tevil-i zayıf:
zayıf olan yorum.
vakt-i gaflet:
gaflet anı.
vehim:
zan, şüphe, kuruntu.
vücud-i sehap:
bulutların olması,
gö€ün bulutla kaplı olması.
zevat:
zatlar, şahıslar, kimseler.
1.
Ay yarıldı. (Kamer Suresi: 1.)
MuhakeMat | 217 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
adem-i tarassut:
gözetleme-
mek.
âlem:
dünya, cihan; bütün
yaratılmışlar.
asuman:
gökyüzü, sema.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
basiret:
dikkat, tedbir, teyak-
kuz, ihtiyatlı hareket.
çak:
çatlama.
cihet:
yön.
güya:
sanki.
hatime:
son söz.
havale:
bir şeyi başkasının
üstüne bırakma.
hemmatlâ:
aynı meridyen
üzerinde olup ay ve güneşi
aynı saatlerde gören ülkeler.
hükmünde:
de€erinde, yerin-
de.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz
kaldıkları şeyi yapmak.
ihtilâf-ı metali:
güneşin do-
€uşunun zaman olarak, farklı
yerlerde farklı oluşu.
ilâahirihî:
sonuna kadar.
ima:
işaretle anlatma, üstü
kapalı ifade etme.
inşikak:
bölünme, çatlama,
yarılma.
inşikak:
yarılma, çatlama, bö-
lünme, ikiye ayrılma.
inşikak-ı kamer:
Ay’ın ikiye