İkinci delil:
nev-i insanın bir cihette nısfı olan ihtiyar-
lar, yalnız hayat-ı uhreviye ile, yakınlarında bulunan kab-
re karşı tahammül edebilirler. Ve çok alâkadar oldukları
hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının
kapanmasına mukabil, bir tesellî bulabilirler. Ve çocuk
hükmüne geçen seriü’t-teessür ruhlarında ve mizaçların-
da, mevt ve zevalden çıkan elîm ve dehşetli me’yusiyete
karşı, ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle mukabele edebilir-
ler. Yoksa, o şefkate lâyık muhteremler ve sükûnete ve
istirahat-i kalbiyeye çok muhtaç o endişeli babalar ve
analar, öyle bir vaveylâ-i ruhî ve bir dağdağa-i kalbî his-
sedeceklerdi ki, bu dünya onlara zulmetli bir zindan ve
hayat dahi kasavetli bir azap olurdu.
Üçüncü delil:
İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin medarı
olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissi-
yatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevalarını
tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve
hayat-ı içtimaiyenin hüsn-i cereyanını temin eden, yalnız
cehennem fikridir. Yoksa, cehennem endişesi olmazsa,
(1)
p
Öp
dÉn
¨r
?p
d o
ºr
µo
ër
dn
G
kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesat-
ları peşinde bîçare zayıflara, acizlere dünyayı cehenneme
çevireceklerdi. Ve yüksek insaniyeti, gayet süflî bir hay-
vaniyete döndüreceklerdi.
Dördüncü delil:
nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde
en cemiyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevî
saadet için bir cennet, bir melce, bir tahassungâh ise, ai-
le hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır.
MuhakeMat | 227 |
d
okuzuncu
Ş
ua
ifratkâr:
pek ileri giden, haddini
aşan, aşırılık yapan.
insaniyet:
insanlık, insanlık mahi-
yeti.
istirahat-i kalbiye:
kalben huzur
ve rahatlama, kalbin rahatlaması.
kaide:
kural, esas, düstur.
kasavet:
gam, keder, tasa, üzün-
tü, kaygı, sıkıntı.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
melce:
sı€ınılacak yer.
mevt:
ölüm.
mizaç:
huy, tabiat, fıtrat.
muhterem:
saygı de€er, hürmete
layık, saygın.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukabil:
karşılık.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nev-i beşer:
insano€lu, insanlar.
nev-i insan:
insan türü, insano€-
lu.
nısf:
yarım, yarı.
ruh:
dirilik kayna€ı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
saadet:
mutluluk.
serî’ü’t-teessür:
çabuk müteessir
olan, çabuk üzülen, çabuk ve ko-
lay etkilenen.
şiddet-i galeyan:
galeyanın şid-
deti, coşmanın şiddeti, kaynama-
nın şiddeti; şiddetli bir şekilde co-
şup taşma.
süflî:
aşa€ılık, baya€ı, âdi.
sükûnet:
durgunluk; huzur, sa-
kinlik.
tahammül:
zor ve güç durumlara
karşı koyabilme, katlanma.
tahassungâh:
sa€lam sı€ınak.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tecavüzat:
tecavüzler, saldırılar,
sataşmalar.
temîn:
sa€lama.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
vaveylâ-i ruhî:
ruh çı€lı€ı, ruhun
vaveylâsı, ruhun feryadı.
zemberek:
hareketi sa€layan güç
kayna€ı, hareket yaptıran alet.
zeval:
sona erme, yok olma, öl-
me.
zindan:
hapishane.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence
1.
Galip olan hükmeder.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
azap:
eziyet, işkence; büyük
sıkıntı, şiddetli acı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cemiyetli:
bir çok şeyi bir
arada bulunduran, pek çok
özellikleri içine alan, kapsam-
lı.
cihet:
yön.
da€da€a-i kalbî:
kalbe ait sı-
kıntı, kalb sıkıntısı.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
dünyevî:
dünyaya ait.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
gayet:
son derece.
hayat-ı bakıye:
bakî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî ha-
yat, ahirete ait olan hayat.
hayvaniyet:
hayvanlık.
heva:
istek, arzu, nefse ait
olan şeylere düşkünlük, nef-
sin zararlı ve günah olan ar-
zuları.
hevesat:
hevesler.
hissiyat:
hisler, duygular.
hükmüne:
yerine, de€erine.
hüsn-i cereyan:
iyi işlemek.