yalan çıkarmak, hiçbir cihette kabil midir? Ve hakikatsiz
olmak, mümkün müdür?
Acaba, on üç asırda, fasılasız olarak, hadsiz ruhlara,
akıllara, kalblere, nefislere hak ve hakikat dairesinde
hükmeden, terbiye eden, idare eden bu manevî sultan-ı
zîşanın bir tek işareti, böyle bir hakikati ispat etmeye kâ-
fi iken, binler tasrihat ile bu hakikat-i haşriyeyi gösterip
ispat ettikten sonra, o hakikati tanımayan bir eçhel ah-
mak için, cehennem azabı lâzım gelmez mi? Ve ayn-ı
adalet olmaz mı?
Hem, birer zamana ve birer devre hükmeden bütün
semavî suhuflar ve mukaddes kitapları dahi, bütün istik-
bale ve umum zamanlara hükümran olan kur’ân’ın taf-
silâtla, izahatla, tekrar ile beyan ve ispat ettiği hakikat-i
haşriyeyi asırlarına ve zamanlarına göre, o hakikati kat’î
kabul ile beraber, tafsilâtsız ve perdeli ve muhtasar birer
surette beyan, fakat kuvvetli bir tarzda iddia ve ispatları,
kur’ân’ın davasını binler imza ile tasdik ederler.
Bu bahsin münasebetiyle,
Risale-i Münacat’
ın ahirin-
de,
(1)
p
ôp
N'
’r
G p
?r
ƒn
«r
dÉp
H l
¿Én
Á/
G
rüknüne sair rükünlerin, hususan
rusül ve kütüb’ün şahadeti, münacat suretinde zikredilen
pek kuvvetli ve hulâsalı ve bütün evhamları izale eden bir
hüccet-i haşriye, aynen buraya giriyor. Şöyle ki, müna-
catta demiş:
MuhakeMat | 231 |
d
okuzuncu
Ş
ua
terme.
istikbal:
gelecek zaman.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kabil:
mümkün, ihtimal dairesin-
de.
kâfî:
yeter, elverir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kütüp:
kitaplar.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
muhtasar:
kısaca, özetle.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
münacat:
Allah’a dua etme, yal-
varma, Onun manevî huzurunda
tazarru ve niyazda bulunma.
nefs:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
risale-i Münacat:
Münacat Risa-
lesi.
rükn:
bir şeyi meydana getiren
unsurlardan her biri, esas.
rüsul:
resuller, peygamberler.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alamet, işaret.
sair:
di€er, başka, öteki.
semavî:
Allah tarafından olan,
‹lâhî.
suhuf:
dört büyük kitap dışında
sahifeler şeklinde, bazı peygam-
berlere vahiy ile gelen emirler.
Sultan-ı Zîşan:
şan sahibi sultan,
şanı yüce olan sultan; Allah.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar,
izahlar.
tarz:
biçim, şekil.
tasdik:
do€rulama, onaylama.
tasrihat:
tasrihler, açık açık anlat-
malar, izah etmeler.
umum:
bütün
1.
Ahiret gününe iman etmek.
ahir:
son.
asr:
yüzyıl.
ayn-ı adalet:
adaletin aslı,
adaletin tâ kendisi.
azap:
günahlara karşı çekile-
cek ceza, eziyet, işkence.
bahis:
konu.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cihet:
yön.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
devre:
dönem.
echel:
çok cahil, çok bilgisiz,
en cahil.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
fasıla:
ara.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hak:
do€ruluk, gerçek, haki-
kat.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i haşriye:
diriliş ger-
çe€i, haşir hakikatı.
hüccet-i haşriye:
yeniden di-
rilişin delilleri, hüccetleri.
hükmetme:
hakim olma,
emri altında tutmak.
hükümran:
hâkim, hüküm-
dar. hüküm ve saltanat süren.
hükümferma.
hulâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iddia:
bir fikri ısrarla savun-
ma, dava etme.
ispat:
do€ruyu delillerle gös-