Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise, sami-
mi ve ciddî ve vefadarâne hürmet ve hakikî ve şefkatli ve
fedakârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet
ve samimi merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve daimî
bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zaman-
da ve hudutsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâ-
ne, kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak
fikriyle, akîdesiyle olabilir.
Meselâ, der: “Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî
bir hayatta daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar
ve çirkin olmuş ise de, zararı yok. Çünkü, ebedî bir gü-
zelliği var; gelecek. Ve böyle daimi arkadaşlığın hatırı
için, her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım” diyerek,
o ihtiyare karısına, güzel bir hûri gibi muhabbetle, şefkat-
le, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık, bir iki
saat sûrî bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfara-
kata uğrayan arkadaşlık, elbette gayet sûrî ve muvakkat
ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye manasında ve
bir mecazî merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve
hayvanatta olduğu gibi, başka menfaatler ve sair galip
hisler, o hürmet ve merhameti mağlûp edip, o dünya
cennetini cehenneme çevirir.
İşte, iman-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi, hayat-ı
içtimaiye-i insaniyeye taallûk eder. Ve bu tek neticenin
de yüzer cihetinden ve faydalarından mezkûr dört delile,
sairleri kıyas edilse, anlaşılır ki, hakikat-i haşriyenin tahak-
kuku ve vukuu, insaniyetin ulvî hakikati ve küllî haceti de-
recesinde kat’îdir. Belki, insanın midesindeki ihtiyacın
akîde:
iman, inanılan ve itikat
edilen esas.
arkadaşâne:
arkadaşçasına.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
cihet:
yön.
daimî:
sürekli, devamlı.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
fedakârane:
fedakârca, fedakâr-
lıkla.
ferzendâne:
o€ula yakışacak su-
rette.
firak:
ayrılık.
gayet:
son derece.
hacet:
ihtiyaç.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i haşriye:
diriliş gerçe€i,
haşir hakikatı.
hakikî:
gerçek.
harem:
kadın eş.
hayat-ı içtimaiye-i insaniye:
in-
sanın sosyal hayatı.
hayvanat:
hayvanlar.
hudutsuz:
sınırsız.
hûrî:
cennet kızı, cennet güzeli.
hürmet:
saygı.
ihtiyare:
yaşlı, ihtiyar kadın.
iman-ı haşrî:
haşre, yeniden diril-
meye inanma.
insaniyet:
insanlık, bütün insan-
lar.
kardeşâne:
kardeşçe, kardeş gibi.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
d
okuzuncu
Ş
ua
| 228 | MuhakeMat
ma€lûp:
yenilme, kendisine
galip gelinmiş.
mecazî:
mecaza ait, gerçek
olmayan.
menfaat:
fayda.
meselâ:
örne€in.
mezkûr:
zikredilen, adı ge-
çen, anılan.
müfarakat:
uzaklaşma, ayrı-
lık.
muhabbet:
sevgi, aşk derece-
sinde sevme.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
münasebet:
ilgi, ilişki, ba€.
muvakkat:
geçici.
pederâne:
babaya uygun şe-
kilde, babaca.
refakat:
refiklik arkadaşlık.
refika-i hayat:
hayat arkada-
şı.
rikkat-i cinsiye:
cinsî şefkat,
insanın kendi cinsinden olana
acıması.
saadet:
mutluluk.
sair:
di€er, başka, öteki.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
sermedî:
ebedî, daimî, sürek-
li.
sun’î:
yapmacık, uydurma,
sahte.
sûrî:
görünüşte olan, şeklî.
taallûk:
alâkalı, münasebetli
olma.
tahakkuk:
gerçekleşme,
meydana gelme, olma.
ulvî:
yüksek, yüce.
vefadarâne:
vefalı olarak; sö-
zünde, sevgisinde durana ya-
kışacak şekilde.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme