Muhakemat - page 237

fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacatı ve teellümatı olduğu
hâlde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyârının fevkinde ola-
rak, koca küre-i Arz’ı o nev-i insana lüzumu bulunan her
nevi madenlere mahzen ve her nevi taamlara ambar ve
nev-i insanın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dük-
kân suretine getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkat-
li bir Mutasarrıf var ki, böyle nev-i insana bakıyor, besli-
yor, istediğini veriyor.
• Ve madem, bu hakikatteki bir rab, hem insanı se-
ver, hem kendini insana sevdirir; hem bâkîdir, hem bâkî
âlemleri var; hem adaletle her işi görür ve hikmetle her
şeyi yapıyor; hem bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kı-
sacık ömr-i beşerde ve bu muvakkat ve fânî zeminde, o
Hâkim-i ezelî’nin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâ-
kimiyeti yerleşemiyor; ve nev-i insanda vuku bulan ve
kâinatın intizamına ve adalet ve muvazenelerine ve
hüsn-i cemaline münafî ve muhalif çok büyük zulümleri
ve isyanları ve velinimetine ve onu şefkatle besleyene
karşı ihanetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız
kalıp, gaddar zalim, rahat ile hayatını ve bîçare mazlum,
meşakkatler içinde ömürlerini geçirirler; ve umum kâi-
natta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mahiyeti
ise, dirilmemek suretiyle, o gaddar zalimlerin ve me’yus
mazlumların vefat içindeki müsavatlarına bütün bütün
zıttır, kaldırmaz, müsaade etmez.
• Ve madem, nasıl ki kâinatın sahibi, kâinattan zemi-
ni ve zeminden nev-i insanı intihap edip, gayet büyük bir
makam, bir ehemmiyet vermiş; öyle de, nev-i insandan
MuhakeMat | 237 |
d
okuzuncu
Ş
ua
ler.
küre-i arz:
yer küre, Dünya.
madem:
..den dolayı, böyle ise.
maden:
toprakta filiz denilen bi-
leşimler halinde bulunan, toprak
altında çıkarıldıktan sonra arıtıla-
rak kalıba dökülen madde.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteli€i.
mahzen:
kaynak, hazine ve defi-
ne deposu.
makam:
büyük yer, mevkî.
mazlum:
zulüm görmüş, haksızlı-
€a u€ramış.
me’yus:
yeise düşmüş, ümitsiz,
kederli.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güç-
lük, zorluk.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
münâfi:
zıt, aykırı.
müsaade:
izin.
müsavat:
müsavilik, eşitlik.
mutasarrıf:
tasarruf eden, tasar-
ruf sahibi olan, her şeyin sahibi
olan, mâlik.
muvakkat:
geçici.
muvazene:
denge, ölçü.
nev-i insan:
insan türü, insano€-
lu.
nevî:
çeşit, tür.
ömr-i beşer:
insan ömrü, insan
hayatı.
Rab:
besleyen, yetiştiren, verdi€i
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
sermediyet-i hâkimiyet:
hakimi-
yetin ebedîli€i, süreklili€i; Allah’ın
bütün kâinatta hükmedip idare
etmesinin devamlılı€ı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
taam:
yemek, yiyecek.
teellümat:
teellümler, elem, ke-
der, acı duymalar, tasalanmalar.
umum:
bütün.
vefat:
ölme.
velinimet:
nimeti veren, nimete
sebep olan.
vuku:
olma, gerçekleşme, mey-
dana gelme.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zemin:
yeryüzü.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adalet-i mutlaka:
tam ada-
let, sonsuz adalet.
ambar:
eşya saklanan ve de-
polanan yer.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ehemmiyet:
önem, de€er,
kıymet.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık.
fânî:
ölümlü, geçici.
fevkinde:
üstünde.
gaddar:
çok fazla zulüm ve
haksızlık eden.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hâkim-i ezelî:
ezelî hâkim,
dâimî hüküm ve idare sahibi
olan, Allah.
haşmet-i saltanat:
saltanatı-
nın haşmeti, ihtişamı, göz ka-
maştıran güzelli€i.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hikmet:
‹lahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hüsn-i cemal:
yüz güzelli€i,
kişinin kendi güzelli€i.
ihanet:
hainlik, kötülük etme,
arkadan vurma.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu
olan şeyler.
ihtiyâr:
irade, tercih; kendi is-
tek ve arzularına göre hare-
ket etme.
intihap:
seçme.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
isyan:
başkaldırma, itaatsiz-
lik, emre karşı gelme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
1...,227,228,229,230,231,232,233,234,235,236 238,239,240,241,242,243,244,245,246,247,...332
Powered by FlippingBook