ve hayat-ı uhreviyedir ve taşıyla ve ağacıyla, toprağıyla
hayattar olan dâr-ı saadetteki hayattır. Yoksa, bu hadsiz
cihazat-ı mühimme ile teçhiz edilen hayat şeceresi, zîşu-
ur hakkında, hususan insan hakkında, meyvesiz, fayda-
sız, hakikatsiz olmak lâzım gelecek. Ve sermayece ciha-
zatça serçe kuşundan meselâ yirmi derece ziyade ve bu
kâinatın ve zîhayatın en mühim, yüksek ve ehemmiyetli
mahlûku olan insan, serçe kuşundan, saadet-i hayat ci-
hetinde yirmi derece aşağı düşüp, en bedbaht, en zelil
bir bîçare olacak. Hem, en kıymettar bir nimet olan akıl
dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın
korkularını düşünmekle kalb-i insanı mütemadiyen inci-
tip bir lezzete dokuz elemleri karıştırdığından, en musi-
betli bir belâ olur. Bu ise yüz derece bâtıldır. demek bu
hayat-ı dünyeviye, ahirete iman rüknünü kat’î ispat edi-
yor ve her baharda haşrin üç yüz binden ziyade numu-
nelerini gözümüze gösteriyor.
Acaba senin cisminde ve senin bahçende ve senin va-
tanında senin hayatına lâzım ve münasip bütün levazı-
matı ve cihazatı hikmet ve inayet ve rahmetle ihzar eden
ve vaktinde yetiştiren, hatta senin midenin beka ve yaşa-
mak arzusuyla ettiği hususî ve cüz’î olan rızık duasını bi-
len ve işiten ve hadsiz leziz taamlarla o duanın kabulünü
gösteren ve mideyi memnun eden bir Mutasarrıf-ı kadîr,
hiç mümkün müdür ki, seni bilmesin ve görmesin? Ve
nev-i insanın en büyük gayesi olan hayat-ı ebediyeye
lâzım esbabı ihzar etmesin? Ve nev-i insanın en büyük,
en ehemmiyetli, en lâyık ve umumî olan beka duasını,
MuhakeMat | 243 |
d
okuzuncu
Ş
ua
iman:
inanç, itikat.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
ispat:
do€ruyu delillerle göster-
me.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kalb-i insan:
insan kalbi.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kıymettar:
kıymetli, de€erli.
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
leziz:
lezzetli, tatlı.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
meselâ:
örne€in.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasip:
uygun.
musibet:
felaket, bela.
Mutasarrıf-ı kadîr:
kudretli mu-
tasarrıf, her şeyi sevk ve idare
eden, tükenmez güç ve kudret
sahibi olan Allah.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nev’i insan:
insan türü, insano€-
lu.
nimet:
lütuf, ihsan, ba€ış.
nümune:
örnek.
rahmet:
şefkat, merhamet, ba-
€ışlama ve esirgeyicilik.
rızk:
Allah’ın lütuf ve ihsan etti€i
nimetler.
rükn:
esas, kaide, prensip.
saadet-i hayat:
hayatın mutlulu-
€u, canlılı€ın vermiş oldu€u mut-
luluk.
şecere:
a€aç.
taam:
yemek, yiyecek.
teçhîz:
cihazlama, donatma.
umumî:
genel.
zelil:
zillete u€ramış, hakir, aşa€ı-
lanmış.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziyade:
çok, fazla
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
batıl:
boş ve manasız olan,
gerçe€e uymayan, do€ru ve
haklı olmayan.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, za-
vallı.
beka:
bakîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, or-
ganlar.
cihazat-ı mühimme:
mühim,
önemli cihazlar, önemli alet
ve edevatlar, organlar.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
dâr-ı saadet:
saadet, mutlu-
luk yeri, cennet.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
haşr:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî ha-
yat, ahirete ait olan hayat.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hikmet:
‹lahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
hüzn:
keder, tasa, gam.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.