evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hulâsa-
dır ve şuur ve his dahi, hayattan süzülmüş, hayatın bir
hulâsasıdır; ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şu-
urun bir hulâsasıdır; ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfî bir
cevheri ve sabit ve müstakil zatıdır. öyle de, maddî ve
manevî hayat-ı Muhammediye (
AsM
) dahi, hayattan ve
ruh-i kâinattan süzülmüş hulâsatü’l-hulâsadır; ve risalet-i
Muhammediye
(
AsM
)
dahi, kâinatın his ve şuur ve aklın-
dan süzülmüş en safî hulâsasıdır. Belki maddî ve manevî
hayat-ı Muhammediye
(
AsM
)
, asarının şahadetiyle, ha-
yat-ı kâinatın hayatıdır; ve risalet-i Muhammediye (
AsM
),
şuur-i kâinatın şuurudur ve nurudur; ve vahy-i kur’ân da-
hi, hayattar hakaikının şahadetiyle, hayat-ı kâinatın ru-
hudur ve şuur-i kâinatın aklıdır.
evet, evet, evet! eğer kâinattan risalet-i Muhammedi-
yenin
(
AsM
)
nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. eğer
kur’ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i Arz kafasını,
aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir
seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.
Hem hayat, “iman-ı bilkader” rüknüne bakıyor, rem-
zen ispat eder. Çünkü madem hayat âlem-i şahadetin
ziyasıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gayesidir;
ve Hâlık-ı kâinat’ın en cami âyinesidir; ve faaliyet-i rab-
baniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir,
temsilde hata olmasın, bir nevi programı hükmündedir.
elbette âlem-i gayp, yani mazi, müstakbel, yani geçmiş
ve gelecek mahlûkatın hayat-ı maneviyeleri hükmünde
olan intizam ve nizam ve malûmiyet ve meşhudiyet ve
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlı€ı kesin olan ve
mahiyeti allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördü€ü-
müz, şahit oldu€umuz âlem, kâi-
nat.
asar:
eserler.
âyine:
ayna.
cami:
toplayan, içine alan, kapsa-
yan.
cevher:
esas, maya, öz.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan.
enmûzec:
nümune, örnek.
faaliyet-i Rabbâniye:
her şeyi
terbiye ve idare eden Allah’ın fa-
aliyeti, icraatı.
fihriste:
katalog, liste.
hakaik:
hakikatler, do€rular, ger-
çekler.
hâlık-ı kâinat:
kâinatın ve onun
içinde olan her şeyin yaratıcısı,
Allah.
halis:
katışıksız, saf, duru.
hayat-ı kâinat:
kâinatın hayatı.
hayat-ı manevîye:
manevî ha-
yat.
hayat-ı Muhammediye:
kâinatın
hayatı olan Hz. Muhammed
(a.s.m).
hayattar:
canlı, yaşayan.
hükmünde:
de€erinde, yerinde.
hulâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
hulasâtü’l-hulâsa:
hulâsanın hu-
lâsası, özünün özü.
iman-ı bilkader:
kadere inan-
mak.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
ispat:
do€ruyu delillerle göster-
me.
istilâ:
kaplama, yayılma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
küre-i arz:
yer küre, Dünya.
maddî:
madde ile alakalı, cisma-
nî.
d
okuzuncu
Ş
ua
| 248 | MuhakeMat
madem:
..den dolayı, böyle
ise.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah
tarafından yaratılanlar.
malûmiyet:
malûmluk, bilin-
me, belli olma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazi:
geçmiş zaman.
meşhudiyet:
gözle görüş, şa-
hit oluş, şahitlik.
müstakbel:
gelecek zaman.
müstakil:
ba€ımsız, başkası-
na tabi olmayan.
nevî:
çeşit, tür.
nizam:
düzen.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
remzen:
remiz ile, işaret ede-
rek, işaretle.
risalet-i Muhammediye:
kâ-
inatın nuru ve şuuru olan Hz.
Muhammed’in (asm) pey-
gamberli€i.
ruh:
öz, can alıcı nokta.
ruh:
dirilik kayna€ı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
ruh-i kâinat:
kâinatın ruhu.
rükn:
esas, kaide, prensip.
sabit:
dura€an, de€işmeyen;
ispatlanmış.
sâfî:
saf olan, katışıksız, duru.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alamet, işaret.
seyyare:
gezegen.
şuur:
bilinç.
şuur-i kâinat:
kâinatın şuuru,
bilinci.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
temsil:
benzetme, misal ge-
tirme.
vahy-i kur’ân:
Kur’ân’ın va-
hiy hakikati.
zat:
asıl, öz, cevher.
ziya:
ışık, aydınlık, nur