inceden ince olan kayıt ve muhafaza, bütün bütün ma-
nasız, faydasız kalır; hikmete ve hakikate münafî olur.
Hem, haşir gelmezse, kader kalemiyle yazılan bu ki-
tab-ı kâinatın bütün muhakkak manaları bozulur ki, hiçbir
cihet-i imkânı olamaz. Ve o ihtimal, bu kâinatın vücudu-
nu inkâr gibi bir muhal, belki bir hezeyan olur.
elhasıl, imanın beş rüknü, bütün delilleriyle, haşir ve
neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ı ahiretin vücuduna
ve açılmasına delâlet edip, isterler ve şahadet edip, talep
ederler.
İşte, hakikat-i haşriyenin, azametine tam muvafık böy-
le azametli ve sarsılmaz direkleri ve bürhanları bulundu-
ğu içindir ki, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın hemen hemen
üçten birisi haşir ve ahireti teşkil ediyor; ve onu, bütün
hakaikına temel taşı ve üssü’l-esas yapıyor; ve her şeyi
onun üstüne bina ediyor.
[Mukaddime nihayet buldu.]
* * *
MuhakeMat | 241 |
d
okuzuncu
Ş
ua
hıfzetme.
muhal:
imkansız, olması müm-
kün olmayan.
mukaddime:
önsöz, başlangıç.
muvafık:
uygun, münasip.
münâfi:
zıt, aykırı.
neşr:
kıyamet günü bütün ölüle-
rin dirilmesi.
nihayet:
son.
rükn:
esas, kaide, prensip.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alamet, işaret.
talep:
isteme, dileme.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
üssü’l-esas:
hakikî sa€lam temel.
vuku:
olma, gerçekleşme, mey-
dana gelme
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
azamet:
büyüklük.
binâ:
kurma, dayandırma.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihet-i imkân:
mümkün ol-
ma yönü, imkân tarafı. bir şe-
yin olabirlirlik tarafı, yönü.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
elhasıl:
hasılı, netice itibariy-
le, kısaca.
hakaik:
hakikatler, do€rular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i haşriye:
diriliş ger-
çe€i, haşir hakikatı.
haşr:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hezeyan:
saçmalama, herze.
hikmet:
‹lahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî
ilmi ile, kâinatta olmuş ve
olacak bütün şeylerin varlık
ve yoklu€unu, geçmiş ve ge-
lece€ini bilmesi.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
kur’ân-ı Mucizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerleri-
ni yapmaktan aciz bırakan
Kur’an.
muhafaza:
koruma, saklama,