hayat-ı uhreviyenin inşasıyla ve cennetin icadıyla kabul
etmesin? Ve kâinatın en mühim mahlûku, belki zeminin
sultanı ve neticesi olan nev-i insanın Arş ve ferşi çınlatan
umumî ve gayet kuvvetli duasını işitmeyip, küçük bir mi-
de kadar ehemmiyet vermesin, memnun etmesin, kemal-i
hikmetini ve nihayet rahmetini inkâr ettirsin? Haşa, yüz
bin defa haşa!
Hem hiç kabil midir ki, hayatın en cüz’îsinin pek gizli
sesini işitsin, derdini dinlesin ve derman versin ve nazını
çeksin ve kemal-i itina ve ihtimam ile beslesin ve ona
dikkatle hizmet ettirsin ve büyük mahlûkatını ona hiz-
metkâr yapsın; ve sonra en büyük ve kıymettar ve bâkî
ve nazdar bir hayatın gök sadası gibi yüksek sesini işit-
mesin? Ve onun çok ehemmiyetli beka duasını ve nazı-
nı ve niyazını nazara almasın? Âdeta bir neferin kemal-i
itina ile teçhiz ve idaresini yapsın ve mutî ve muhteşem
orduya hiç bakmasın? Ve zerreyi görsün, güneşi görme-
sin? sivrisineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin?
Haşa, yüz bin defa haşa!
Hem hiçbir cihetle akıl kabul eder mi ki, hadsiz rah-
metli, muhabbetli ve nihayet derecede şefkatli ve kendi
sanatını çok sever ve kendini sevdirir ve kendini seven-
leri ziyade sever bir zat-ı kadîr-i Hakîm, en ziyade
kendini seven ve sevimli ve sevilen ve sâniini fıtraten pe-
restiş eden hayatı ve hayatın zatı ve cevheri olan ruhu
mevt-i ebedî ile idam edip kendinden o sevgili muhibbini
ve habibini ebedî bir surette küstürsün, darıltsın, dehşetli
rencide ederek sırr-ı rahmetini ve nur-i muhabbetini inkâr
âdeta:
sanki.
arş:
gö€ün en yüksek katı.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve ka-
lıcı olan.
beka:
bakîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
cevher:
esas, maya, öz.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derman:
ilaç, çare.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehemmiyet:
önem.
ehemmiyetli:
önemli.
ferş:
yeryüzü, zemin, dünya.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılıştan,
yaratılış itibariyle.
gayet:
son derece.
habîb:
sevilen, sevgili.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâşâ:
asla, katiyen, öyle de€il, Al-
lah göstermesin.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî hayat,
ahirete ait olan hayat.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
idam:
yok etme.
ihtimam:
dikkat ve özen göster-
me.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
inşa:
vücuda getirme, yaratma.
kabil:
mümkün, ihtimal dairesin-
de.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kemal-i hikmet:
hikmetin mü-
kemmelli€i, tam ve eksiksiz bir
hikmet, mükemmel hikmet ve
gaye.
kemal-i itina:
itinanın son dere-
cesi, son derece dikkat ve itina.
kıymettar:
kıymetli, de€erli.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
d
okuzuncu
Ş
ua
| 244 | MuhakeMat
mevt-i ebedî:
ebedî ölüm,
sonsuz ölüm.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhibb:
seven, sevgi besle-
yen, muhabbetli.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
mutî:
itaat eden, boyun e€en.
nazar:
bakış, dikkat.
nazdar:
nazlı.
nefer:
asker, er.
nev-i insan:
insan türü, insa-
no€lu.
nihayet:
son derece.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve
yakarma.
nur-i muhabbet:
muhabbet
nuru, sevgi nuru, ışı€ı.
perestiş:
tapma, aşırı derece-
de sevme, meftunluk.
rahmet:
şefkat, merhamet,
ba€ışlama ve esirgeyicilik.
rencide:
incinmiş, kırılmış,
gücendirilmiş.
sada:
ses.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
sırr-ı rahmet:
rahmet sırrı;
merhamet etmenin, şefkat
etmenin sırrı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
teçhîz:
cihazlama, donatma.
umumî:
genel.
zat:
kendi.
Zat-ı kadîr-i hakîm:
her şeyi
hikmetli yaratan ve her şeye
gücü yeten Allah.
zemin:
yeryüzü.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
ziyade:
fazla, fazlasıyla