bizim
“mâ nahnü fîh”
imizi imkân derecesinden bedahete,
yani cehl-i mürekkebe çıkardı. Onun nazar-ı belâgatte
hiç inkâr olunmaz olan hakkı ise, ipham ve ıtlaktır; tâ
ezhan müşevveş olmasınlar. Fakat hakikate telvih ve
remiz ve ima etmek gerektir. Efkâr için kapıları açmak,
duhûle davet etmek lâzımdır; nasıl ki Şeriat-ı Garra öyle
yapmıştır.
Yâhu, ey birader! İnsaf mıdır, taharri-i hakikat böyle
midir ki, sen irşad-ı mahz ve ayn-ı belâgat ve hidayetin
mağzı olan şeyi irşada münafi ve mübayin tevehhüm
edesin? Ve belâgatçe ayn-ı kemal olan şeyi noksan tahay-
yül edesin?
Yâ eyyühe’l-hoto! Acaba senin zihn-i sakîminde belâ-
gat o mudur ki, ezhanı tağlit ve efkârı teşviş ve muhitin
müsaadesizliği ve zamanın adem-i i’dadından ezhan
müstait olmadıkları için ukule tahmil edilmeyen şeyleri
teklif etmektir? Kellâ!
(1)
r
ºp
¡p
dƒo
?o
Y p
Qn
ón
b »'
?n
Y n
¢SÉs
ædG p
ºu
?n
c
bir
düstur-i hikmettir. İstersen Mukaddemata müracaat et.
Bahusus Birinci Mukaddemede iyi tefekkür et!
İşte bazı zevahiri, delil-i aklînin hilâfına göstermek olan
Üçüncü noktaya cevap:
“Birinci Mukaddeme”de te-
debbür et, sonra bunu da dinle ki:
Şâriin irşad-ı cumhurdan maksud-i aslîsi ispat-ı sâni-i
Vahid ve nübüvvet ve haşir ve adalette münhasırdır. öy-
le ise, kur’ân’daki zikr-i ekvan, istitradî ve istidlâl içindir.
Cumhurun efhamına göre san’atta zahir olan nizam-ı be-
dî ile nezzam-ı hakikî olan sâni-i zülcelâle istidlâl etmek
irşad-ı cumhur:
halkın irşad edil-
mesi.
irşad-ı mahz:
mahza irşat, sade-
ce do€ru yolu göstermek.
ispat-ı Sâni-i Vahid:
bir olan ve
her şeyi sanatlı yaratan Cenab-ı
Hakkın varlı€ının ve bir oldu€u-
nun delillerle ortaya konulması,
ispatlanması.
istidlâl:
delil getirmek, bir delile
dayanarak netice çıkarmak.
istitradî:
istitrat ile alâkalı, asıl
konudan olmayan.
ıtlak:
sınırlandırmama, salıverme.
mâ nahnü fîh:
bahsini etti€imiz,
üzerinde konuştu€umuz, sözünü
etti€imiz (şey).
ma€z:
öz, iç.
maksud-i aslî:
asıl kast edilen.
muhit:
yöre, çevre.
mübayin:
uymayan, benzeme-
yen, zıt.
münafi:
zıt, aykırı.
münhasır:
sınırlanmış, sınırlı.
müracaat:
başvurma, danışma.
müşevveş:
teşevvüşe u€ramış,
düzensiz, karmakarışık.
müstait:
kabiliyetli, yetenekli
olan.
nazar-ı belâgat:
güzel ifadelerle
bakış, beli€ olması bakımından.
nezzam-ı hakikî:
gerçek düzen-
leyici, hakikî nizam veren Allah.
nizam-ı bedî:
hayret verici güzel-
likte olan nizam, eşi benzeri ol-
mayan düzen.
nübüvvet:
nebilik, peygamberlik,
Allah elçili€i.
remiz:
işaret, gizli ve kapalı bir
surette ifade etme.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi ve her şeyi sanatla yaratan
Allah.
fiâri:
şeriatı koyan, Allah.
fieriat-ı Garra:
parlak ve nurlu şe-
riat; ‹slâm dini.
tağlit:
yanıltma, yanıltılma.
taharri-i hakikat:
hakikati araş-
tırma, do€ruyu arama, araştırma,.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandırma.
tahmil:
yükleme.
tedebbür:
bir şeyin sonunu, haki-
katini düşünme.
telvih:
açıklama.
teşviş:
bulandırma.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümitsizli€e
ve korkuya düşme.
ukul:
akıllar, zihinler, uslar.
yâ eyyühe’l-hoto:
ey vahşi, ey
kaba da€ adamı.
zahir:
açık, âşikar.
zevahir:
dış yüzler, dış görünüş-
ler, dış görünüş.
zihn-i sakîm:
hasta zihin.
zikr-i ekvan:
âlemlerin zikredil-
mesi
1.
İnsanlarla onların anlayacağı seviyede konuş. (Hadîslerden müktebes: Buharî, İlim: 49.)
MuhakeMat | 213 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
adem-i i’dad:
yetiştirmeme,
geliştirmeme, hazırlamama.
ayn-ı belâgat:
belâgatin tâ
kendisi; yerinde, muhatabına
uygun, makamın münasip
güzel söz söylemenin tâ ken-
disi.
ayn-ı kemal:
kemalin, olgun-
lu€un, mükemmelli€in ta
kendisi.
bahusus:
özellikle.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispa-
ta ihtiyaç olmayacak derece-
de açıklık.
belâgat:
söz ve yazıda sanat-
lı ve tesirli ifade; sözün güzel
olmakla beraber yerinde, hâl
ve makama uygun olması.
cehl-i mürekkep:
bilmemek-
le beraber, bilmedi€ini de bil-
memek, katmerli cahillik, ka-
ra cahillik.
delil-i aklî:
akıl yolu ile bulu-
nan delil, nakil yolu ile olma-
dan, düşünülerek bulunan
delil.
duhûl:
içeri girme, dahil oluş.
düstur-i hikmet:
hikmet
prensibi, hikmetli ve maksatlı
düstur.
efham:
anlayışlar, zihinler.
ezhan:
zihinler.
hilâfına:
zıddına, tersine, ak-
sine.
ibham:
sözün anlaşılamaya-
cak derecede kapalı olması.